27 MAYIS DARBESİ GAZETE MANŞETLERİ
Samet Coşgun – Ali Akçakaya
Samet Coşgun – Ali Akçakaya
Sosyolog, Marmara Üniversitesi
Abdülkadir Yeler
Köyden Kente Göçler ve Kurumsallaşmaya Giden Süreç
Türkiye’de son birkaç yılda gündemi işgal eden konulara bakıldığında, demokrasinin cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez böylesine kapsamlı ve derinlemesine hesaba çekildiğini görüyoruz. Genel anlamda “demokratikleşme” olarak ifade edilen bu süreçte etnik, kültürel veya dini açılardan azınlık psikolojisine sahip olan gruplar üzerine bir takım politikalar üretiliyor. Kamuoyunda “açılım” olarak adlandırılan bu politikalar, bir anlamda onların mağduriyetinin giderilmesini ve bu ülkenin vatandaşı olan her bireyin bu bilince ve aidiyet duygusuna ulaşmasını, daha özet bir ifadeyle, bütün farklı renklerin ahenkle bir araya gelip bütünü oluşturduğu bir toplumsal yapının teşekkülünü hedefliyor.
Bu politikalar içerisinde şüphesiz ki hem muhatap alınacak kitlenin nüfus oranı bakımından hem de çözüme giden yolların karmaşıklığı bakımından Kürt açılımı (demokratik açılım) ve Alevi açılımı gerektirdiği hassasiyet bakımından ön plana çıkıyor. Devamını Oku
Ömer’in yüzünde ölümü gördüm
Herşeyi hiçleyen derin bir kuyu
Ankebut sabrıyla bir kefen ördüm
Yenmek için içimdeki korkuyu
Ömer’in hasreti sakin bir mekân
Ürkütmeyen bir diyârın arzusu
Nasıl sükûn bulmuş o delişmen kan
Yorulup, durulmuş kök söktüren su
Ömer Ömer değil, Ömer ben oldu
Kendimi seyrettim o uçurumda
Ne olduysa eşya uyurken oldu
Artık şebnem açmaz bu kızgın kumda
Ömer bir mağara, Ömer bir çığlık
Yankısı dolanır körpe yüzlerde
Büyük endişeyi gizleyen sığlık
Hikâyemiz mahzun kalır cüzlerde
Ömer kalbi kırık bir yılkı atı
Hülyasını, rüyasını yel almış
Ömer ki, sırtında taşır sıratı
Yaşamaktan, var olmaktan usanmış
Ömer’in ışığı söndü sönecek
Hüzünlü bir ilticadır son satır
Ömer bir kuşlukta yine dönecek
“Güneş yalnız dirileri ısıtır!”
Ömer’in elinde sırlı bir ayna
Aynada yılların puslu sureti
Esenlik ol ateş, su artık kayna
Ömer şimdi terke hazır gurbeti!
Olcay Yazıcı
Asrın yeni bir umdesi var hak kapanındır
Söz haykıranın
Mantık ise şarlatanındır
Geçmez ele bir paye, kavuk sallanmayınca
Kürsi-i liyakat pezevenk, puşt olanındır
Neyzen Teyfik
MEVLANA
Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Tanrı, yapıp düzdün, neden yine bozar yıkarsın? Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın… sonra bunları yıkar, mahvedersin; neden?
Tanrı dedi ki: Bu suali inkar yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum. Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim. Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun… bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun. Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz. Sual de bilgiden doğar, cevap da… nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş… nitekim acı da rutubetten hasıl olur, tatlı da! Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir… hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı. Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim. Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine adeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy.
Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel! Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti… Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi: Devamını Oku