uyku öncesini

Eski bir binayı düşün, ahşap merdivenli, salaş ve yorgun bir odayı. Yıpranmış ve yer yer delinmiş bir çarşafı, kirden kararmış bir perdeyi… Buğunun camda sanatsal figürler bırakarak, doğal bir sanat eseri haline dönüşmesini, camın önündeki yatağına uzanmış ve dilini bilmediği Calle Dela Magdalena Caddesini dikizleyen o adamı, gecenin bir yarısını ve korna sesleri ile iç içe kulağı okşayan kadın sesini… Uzağı düşün, insanın kendisine mahkum olduğunu.

Ötesine geçmenin anlamsızlığını ve çaresizliğini. Sabaha uzanan yabancı bir geceyi, sınırları düşün, terk edilmişcesine bir sessizliğe gömülmüş olan kıyı kentlerini. Yolu, yabancılığı ve de yoksulluğu elbette… İçlenmenin çağa ait olmadığını da, ağlayan insanların tedavi edildiği bir dünyayı, insanın yine de tahammül etmek zorunda oluşunu, herşeye rağmenleri, o eskimiş görüntüyü, perdeyi ve manzarayı. Bırakıp gitmeleri, sessizce dönmeleri, usul usul rayına giren yaşamları. Mimikleri pörsüyen kadınları, ıslak havluları, ilk doğum günü pastanı, çingeneleri ve bölüşülen yoksunlukları.

Kaçtıkça daha da kıskıvrak yakalanma ihtimalinin artığını belki de…

Ali Akçakaya

hang on a minute

pht1

Palamutbükü

Zor ve sıkıcı blr haftanın sonunda kalabalıktan ve keşmekeşten kaçmak için aklıma gelen ilk yer oldu Palamutbükü. Beş yıldızlı otellerin ve yapay eğlencelerin uzağında bir yer burası. Küçük pansiyonlar ve apartlar var sadece. Her şeyin doğal olduğu kahvaltı sofraları ve akdenizin hafif dalgaları… Ayaklarımın altınta ezilen küçük kıyı taşları ve berraklık, belki de bunlardan da önemlisi uzak olmak herşeyden. İçinde debelendiğimiz ve hayatta kalmak için çırpındıkça daha da bir yorgun düştüğümüz kentlere ve oradaki yaşamımıza dışarıdan bakabimek, durup düşünmek yani yaşadığımızı.

Datça’dan bindiğim köy minibüsünde iki büklüm olmuş yaşlı nenelerin suratlarındaki tebessümü görmenizi isterdim. Buralara yerleştiğini düşündüğüm, ki öyle bir izlenim verdiler bana, Avrupalı yaşlı teyzeler ve amcaların köylülerle nasıl kaynaştıklarını da… Ama bizim gibi yirmili yaşlarda kimse yok buralarda, sanırım onlar da kentlerle cebelleşiyorlar benim gibi.

Sesini karşısındakine duyurmak için bağırmak zorunda olanlar, iki gün sonra oradayım. Telaşlarınızdan bana da ayırın…

Ali Akçakaya

Eric HOFFER / Kesin İnançlılar

* İnsanoğlu büyük adam olmak için hevesle doludur fakat bir gün anlar ki sadece küçük bir adamdır, mutlu olmak için hevesle doludur fakat bir gün anlar ki sadece mutsuzdur, mükemmel olmak için büyük hevesler taşır fakat bir gün anlar ki sadece kusurlarla doludur, insanlar tarafından sevilen ve sayılan bir kimse olmak için devamlı ümitler taşır fakat bir gün anlar ki kusurlarından dolayı sadece insanların hoşgörüsüne layık görülmektedir. İşte dışına çıkmaya imkan bulamadığı bu utanç duygusu o insanda kuvvetli bir adaletsizlik ve yıkma ihtirası yaratır çünkü bu durumda o kendisini kusurlarından dolayı mahkum eden ve bunun kabahatini kendisine yükleyen gerçeğe karşı bitmez tükenmez bir nefrete bürünmüştür. Devamını Oku