Kilitsiz Kapının Zili

Umudu başkasının korkuluğunda sallandırmışım ben. Düzen böyle devam etsin diye yalanlar söyleyip inandıkça, inancımı kaybetmişim.

Yağmur yağmış, yüzüm dökülmüş. Öyle bir yere çıkmışım ki, çıt çıkmamış peşimden. Sonra bu yavan yaşanmışlık, bu var olan insanlık, beni utanca gark eden bu varlık, ötesi kasvet ötesi ağırlık.

İyilerin tarafında durup kötülerin ekmeğine yağ sürmüşüm. Ucundan koparmışım canımın, uzatmışım, istediğini verince, dahası demiş. Bir dediği iki olmayınca üç demiş. Gözü dönünce, görmemiş gönlü de. Gönlü körmüş, bir de düğüm olmuş.

Sonra bir ses çıkmış irkilmişim. İrkildiğimle kalmışım, zaman sahneden çekilmiş. Ben kılıcımı çekip, göğe el uzatmışım, bulutlara anlamlar yüklemişim, başına üşüşmüşler. Her ıslağım kulağına fısıltısını bırakmış, lakin aması varmış eldeki her cümlenin.

Bağlaçların diğer yakasında sıkışıp kalmış bir adamın adasına isimler aramışım. Suyu çekilmiş, gemileri karasına oturup ufka dalmış bir boşluğa varınca, oradan sonsuza uzanıp ne gerek vardı bu kadar tantanaya, demişim. Hep dediğimle kalmışım…

Gürültüye yüz vermemişim hiç, her celladın elinde kan olmaz, çok bilmişim. Tutmuşum okyanusların kulağından tepelerime sürmüşüm tuzunu… Atlasların arka bahçesine pembesi solmuş düşler kurmuşum, çocukların mutlu olduğu dünyalar varmış orada. Orada bir yol varmış hep, tam orada işte, sesimi, soluğumu kurban etmişim, hiçliğine.

Yoktan hiçe giderken, içimden geçene dur demişim. Bir fısıltı dolaşıp durmuş, kulağımdan kan damlamış eteğine. Aynamın kırığına yansımış yüzün, eteklerin zilimi çalmış, kapılarım kilit tutmazmış.

Ali Akçakaya

Bir daha asla

Bize kutsal kılıflar giydirildi, paslandık kınımızda. Uzat bana bileklerini, kılıcıma kan doğra. Hikayelerime iliş, kurtar beni bozkırlarından, dağlarıma geçit ver, zirvelerime nefeslen, yokluğuma mahlaslar tak. Ama adımı bir daha asla…

Bu hüzün yok mu, sükûn bulan yanardağ, lavlarını yutkunan ejderha, ensemizde nefesiyle beriki dünya, elimizde kalan son üç gün; biri orda biri burda. Diğerini hiç sorma, bir gözümüz hep o çukurda, minarelerin o dar yokuşunda adımı taşıyorlar sona. Zerk ediyorlar göğüne, toprağına, karana. Sen o adımı bir daha asla…

Sabaha karşı bir ara, beni tutup zorla getiriyorlar. Kaybetmişim olmadığım tarafı, onlar eliyle koymuş gibi buluyorlar, suçumu da işlemişler, günahımı soruyorlar bana. Ne sorarsa sorsunlar hep aynı cevabı veriyorum onlara. Boş sayfaların sonuna imzamı atıyorum. Biliyorlar kimse olduğumu, adım adım izliyorlar gölgemi. Susuyorum, bir bardak su dökülüyor, mermerlerden leşim akıyor. Kulağıma adımı fısıldıyor hoca, ama sen o adımı bir daha asla.

Aydınlığım karanlığında diz çökmüş. Adıma postalar yollanmış, tarihler hep yanlış zamana. Çok sevdiklerimin nefretine su serpmişim, iyi de etmişim. Kitaplarımda hep başkakarının adı yazılmış, adımı herkes unutmuş, birilerinin aklına sana sormak gelmiş. Ama sen o adımı bir daha asla…

Tuttuğum dileklere karalar bağlayıp avuçlarımı toprakla gusletmişim. Sokaklara kırmızı çizgiler çekmişim sonra. Ötesine tövbeler serpip günahlarımın olgunlaşmasını uzaklardan izlemekle yetinmek düşmüş bana. İpleri çözünce kopuk kopuk acılar da iyileşivermiş. Yaralarıma açılan kapılara kilitler vurmuşum. Kendimi çok büyütmüşüm gözümde, sonra sıkılmış da çocukluğuma dönmüşüm. Tahtada yazan yaramaz çocuğun adına ilişmiş gözüm.

Ama sen o yaramaz çocuğun adını bir daha asla.

Ali Akçakaya

Emanetin Sahibi

O sessizlik, çıt çıksa kıvılcım olup tutuşturacak ortalığı. O kor içte harlanan, kavuran, yakan seni, özlemini. Kimseye boğun eğmeyen, ehlileşmeyen o yaban atı. Boşlukları azdıran kırmızı, dudağında kanı, kana kana öpüşlerin…

Şimdi şuradan koşsam sokağına çıkarım. Bir yolunu bulur bakışlarım, başını öne eğmiş bir gelişe. Kavgasını vere vere bitmeyen bir harbin, en yılmaz neferine beyazlar uzatırım, taçlar yaparım adalarından papatyasına, burnumda tüten kokusuna kanarım yine.

Git derken bile sarılıp içine çeker, adam da köklerinden bir filiz uzatır ona. Uykusu kaçar, olmadık bir anda vurur, dağıtır insanı, yokluğu varlığa pusudur, olanın da tadı kaçar. Boşlukta sallanır durur hayat, anlamı arar.

Bir yapbozun kayıp iki parçası gibidir bazı hisler, iç içe geçince bir tamam olacak gibi. Tek başına manasını yitirecek, karşılığı olmazsa yok olup gidecek ve dönmeyecek asla. Yılmadan, yıkılmadan yürünecek yollar vardır, yine de pes etmeden, geri kalana eksikliğini iliştirip öylesine belki. O anlamı hiçleştirerek, hiçleşerek, bazı gerçekler gibi.

Bir çıt çıkar, bir kelebek kanadını çırpar da. Sessizlik çıtırdamaya başlar. Bir adam hatmeder zihnini bir balığın, onun hafızasına adını fısıldar. Adımlarına ezberletir, zülfükarına nakşeder…

Yaratmayı öğrenmiştir de çıt diyememiştir yarattığına. Eliyle yoğurmuş, şekil vermiş, bir de ruhundan teslim etmiştir ona. Emanetini isteğince külünü dökmüşler avucuna.

O da göğe savurmuş gönlünü.

Ali Akçakaya

Çığlık Parçası

Yaşadığımdan biriktirdim sana. Kendimden artırdım. Her şeyin o en yavan halinden sıyrılıp renkler avuç dolusu…

Hep aklımın bir yerinde o soru. Gidip geldiğim yollara dökülen anlar, izler ve sen. Kimdin ki sen, yarattığına aşık olan tanrının yalnızlık oyunundaki gölge, karanlığında öldüm yine, orada dirildim ben. İçimden geçerken aklıma takılan, fikrimi kanatan çağdışı hislerimin cüretkar katili, nefesler aldım sana, otur yanıma.

Zihnine demir attım, bağrına doldum, göğüs kafesinde çırpındıkça kanatlarıma pasın bulaştı, canım da yandı, sahi iyi mi ettin sen! Yordum kendimi cenklerinde, her düşümü hayra yordum, süzüldüm iliklerinden bir sıcak bahar esintisiyle dolaştığım, sen. Beni kırdıkça tuzla buz olan, benden geçtikçe kendine bilenen, kinin de sen, kavgan da sen.

Uçsuz bucaksız ovalarından kaynağına dörtnala, koştuğum nefesler. Okuduğum suretlere doğra etinden, kanından içir, kördüğümüme bağlan, kal orada. Yükseklerime vur kendini, derinlerini göğe astım. Boynumdan, şuradan, bir dudak dolusu…

Ağaçlara, banklara, otobüs duraklarına astığım resimlere baktım. Otel odalarında sabah oldu, en çıplak bileklerinden kavradım. En ben olduğun yerinden öptüm seni. Opur gecelerin sessizliğine susuz çığlık parçası, alnına terimin damlası, yüzüne sakalımın sızısı.

Dört yanın yani, ucun, bucağın, kumların, tuzun, ıslağın ve yazın, alınyazın…

Ali Akçakaya

Okunmuş Meydanlar

Eleştireceğim bir şey kalmadı elimde. Savunacağım da, tarafı olacağım bir davam da… Uğruna feda edeceğim, uğruna heba olacağım yaygaralar da…

Savaşların ve kin dolu bakışların arasında bir içsavaşta tarafsız yerde, gelip geçeni izliyorum, elimde yok makul gerekçeler de. Doğrularımı bir yerlere saklamışım, bulamıyorum. Nereye koydum hakikatlerimi, esas meselemi, bilmiyorum. Hararetini yitirmiş ihtiraslar, ihtişamına gölge düşen büyük davalar ilk celsede kapandılar. Kapılar açık mı kapalı mı ilgilenmiyorum.

Uzakların yanına koyduğum yakınlar, ne kadar uzaklaşsam da kaçamıyorum. Teslim olmak kalınca payıma, teselliyi mahkumlardan soruyorum. Duygulara yamadığım derin manalar, hepsi mi çocukluktan kalma sanrılar. O ulvi nutuklar, gözyaşları ve büyük laflar, lüzumsuz tantanası varoluşun. Sen ellerini açmış başka hayatlar, bense aman diliyorum.

İnsan pazarından eli boş döndüm, akşamdı. Sahip olma hülyasının bedelini deftere yazdım, sayfasını bulamıyorum, bileklerimdeki izini sonsuzun. Sıkı sıkı tuttuğum ne varsa elimden kayıp giderken, başım dönmüş, sonrasını hatırlamıyorum. Bir şey değişmeyecekti zaten, eskiyecekti belki, sonrasına dair pembe düşler, kirlendiler, üzerime sıçradı çağdaş etler, kanlı gölgeler.

Acele etmiyorum artık, zaten tıkırındayım zamanın, yarının ötesinden berisine sesleniyorum, yavaş diyorum, sükunete davet ediyorum lalları. Temize çekiyorum müsveddemi boş vakitlerimde, kaderimin yazıldığı beyaz sayfama dalıp gidiyorum sorumsuzca, ardıma bakmıyorum bile, kim var kim yok diye.

Hatalarımdan yeni hatalar çıkarıp yanlış şıkları işaretliyorum, galiba kaybediyorum kendimle olan imtahanımı. Kazandığım zaferlerin nidalarına ağıtlar yakıp, gurbetimden memleketler inşa ediyorum çocuklara. Bayramlıklarımı giyip mezarlıklara gidiyorum, büyüklerin ellerinden küçüklerin gülüşlerinden öpmeye.

Sen kazandın, ben tarafsızlık ilan ediyorum. Alkışlarla, üzerime çullanan sahnenin demir parmaklıklarından seslenip kimime, yok mu diyorum.

Varlığın angarya anla! Yokuna fatihalar, yokuna meydanlar okuyorum.

Ali Akçakaya