Ali Akçakaya
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
  • Click to open the search input field Click to open the search input field Ara
  • Menu Menu

Gözü ve Bahtı Karalar

07 Ağustos 2019/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Her sabah aynı yüzleri görüyoruz sokakta, farklı simaları yapbozun parçaları gibi birleştirip birleştirip kocaman ablak bir surat yaratıp ona bakıyoruz, ondan umuyoruz son çare yine.

Muallimlerin cehaleti yeni yetmelere pazarladığı çağa isim bulmadan, eskiyen milada bakıp, olan biteni idrak edemeden göç ediyorduk geldiğimizi sandığımız yere, hepsi bu. Köksüz, arsız, yüzsüz bir hengâmede ne geleceğini bilmediğimiz başımızın buyruklarına harfi harfine eyvallah ediyorduk. Sırf mesut olma hülyası ile uyduk hazır olan imama ama niyetimizin son kullanma tarihi geçmişti. Yarının kapılarını suratımıza çarpan hayasızlar ötesine dair efsaneler anlattı, dinledikçe yoldan çıktık, şimdi dijital bir çölün ortasında kızgın ekranları kemiriyoruz, güya çağdaş ve mutluyuz! Komik olma!!!

Sonra bütün bu olanların gerçekliğine ve biricikliğine herkes iman etmiş, günahın vebali ise bizim payımıza düşmüştü. Aç gözlerimizi şehvet narıyla dağlamışlardı, neye baksak gözümüz kalıyordu. Doyumsuzluğumuza cezbedici entariler giydiren tüccarlar hayatımızın iffetini yağmalıyordu, hayatımız iğfal ediliyordu, gönül rızamız kalu belada alınmıştı güya.

Evlerinde köpekleriyle yalaşan adamlar, dünyanın bir ucunda taşla toprakla oynayan çocuklara hayatı zindan ediyor, sonra o çocuklar daha rahat ve huzur içinde yaşasın diye plastik hediyeler yolluyordu ama mermiler hep kurşundu. İyi yürekli adamların gözleri hüzün, içleri huzur doluydu. Her şeyin metalaşması ile propaganda araçlarını satın alanlar, ahalinin nabzına göre şerbet veriyordu bir yandan. Kime nerede ne satacağını iyi bilenler kar marjını iyice azıtmıştı. Büyük bir kumpasın orta yerinde bekleyen insanlık hasta ve çaresizdi. Hekimler bu hastanın ne ölmesini ne de doğrulmasını istemiyordu, konjonktür buna şu an müsait değildi. İlleti milletin damarına zerk edenler, bünyenin kendisini maraz gördüklerinden bütünle zümrenin İstikbali için savaşıyordu.

Hayatın sırrını çözenler başlarını yastığa koyduklarında kendi kördüğümlerine bir ilmek daha atıp sabahki hutbelerinde değinecekleri ve kesinlikle değinilmemesi gereken konuları gözden geçiriyordu. Ademoğlunun bu kadar ileri gideceğini adem ile hısım akrabalığı olmayanlar kestirememişti. Dehşet ve sükût içinde yoldan çıkan eserini izleyen yalnızlık, hiç sönmeyen ateşe bir odun daha atarak gelecek misafirler için son hazırlıklarını yapıyordu.

Bizse oyalanacak bir şeyler bulup onlara manalar yüklüyor, onları kaybetme korkusu ile çırpınıp kaybedince de feryat ederek aldığımız emanete hıyanet ediyorduk.

Gözümüzün yaşına bakmayanlar bizi de kendilerine benzetmişti. Arsızca gülüyorduk.

Ali Akçakaya

Halep’e gideceklere arşını göstermek

18 Ekim 2018/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Çoğu insan sadece nefes alır ama yaşamak için yetmez bu. Dilinizde tüy bitene kadar konuşsanız da fayda etmez. İnsan kendini bırakınca zamanın dipsiz çukuruna; günler, haftalar, aylar üstüne toprak atar. Gözünü açsa fark edecek ama göz kapakları ağırlaşır anbean. Varken yokluğa düşer, yaşamak varken düşler.

Kalk doğrul lütfen. Camı aç, derin bir nefes al ve sor kendine neden? Ama bahane üretmeden… Yaşamak direnmektir, belki beyhude bir çırpınış bu, lakin direnmek gerek yenilmeden. Sevdiklerin için hüzünlenmek ve içlenmek yerine, onlar için güçlü olmak ve her şeye rağmen koyulmak yoluna sonsuzluğun. Lütfen anla!

Birileri için canını vermek yerine birilerine can vermek… Kötüleri alt etmek için, sırf iyilik olsun diye gücüne güç katmak…Zor olsa da anlamsız olmasa gerek. Bir yola çıkacaksa insan, ısrarla yürüyecek o yolda. Yaralansa da, kırılsa da asla pes etmeyecek. Benden bu kadar demeyecek asla. Hep dahası vardır, dahası şu tepenin arkasında. Ha gayret, yaşamak için umut kadar gaye gerek.

Hayat zor olduğu kadar basittir halbuki, sen yeter ki o sana verilen nefesi öp de koy başına. Kum saatindeki her kum tanesi eşit dökülür henüz vurulmamış her başa. Gün bittiğinde hesabını yap ve cevap ver kendine. Ne ektinse o göverecek bu bağda. Kimisi dünyaya talip, kimisi bir rüyaya, sen, ‘ben de varım de’ yokluk zaten bekliyor seni günün sonunda.

Akışına bırakacak bir hikayesi olmalı insanın. Cesur olmalı kaybedecek kadar. Ayağa kalkacak gücü yoksa bile, sürünerek yoluna devam etmeli her defasında.

Hiçbir hekim hastanın yatağına girip onu tedavi edemez. Maharet odur ki bünyedeki illeti iyi edecek merhemi bulacak tabip. İyi olacak önce, sonra iyi edecek. Kendi derdine çare bulamayan başkasının derdine yansa kimin umrunda.

Hadi doğrul, koyul yola! Halep oradaysa arşın burada.

Ali Akçakaya

GELİNLİK KIZ

03 Haziran 2018/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Öyküler/tarafından Ali Akcakaya

 SELİM İLERİ

Çocukken gidilen evler iki türlüydü: Annemin seçtiği dostluklar ve gitmek zorunda kaldığı yerler. Annemin gönlünce kurduğu dostlukları severdim ben. Çoğu dünyadan elini, eteğini çekmiş kimselerdi. Öyle yerlere gideceğimizde annemin ince kıvrımlarla biçimlenmiş dudakları sevinçle çözülüyor; ruj, dudaklarda hafifçe gezinip kızıla dönüştürüyor kırmızısını. Kapıdan kedi adımlarıyla çıkıyoruz. Annem, dikkatle sokak kapısını kilitlemiyor. Sonra sokak yazsa daha bir iç açıcı serinlikte, sonbaharı yaşıyorsak iyicene iliklerimizi ısıtan ılık güneşlerle dolardı.
Yollarda dönüp dönüp gerime bakıyorum. Şifa’nın denize çıkan burnunda sakızağaçları vardı. Artık deniz banyolarından vazgeçilmiş günlerde, gençler onların altlarına otururlardı. Yoğurtçu tarafından sandallar çıkıyor; Kurbağalıdere’nin ağzına gelince ya Kalamış kıyılarına uzanırlar ya da Şifa’dan Moda’ya kadar gezinirlerdi. Öğlen güneşinin omuzlara eğilişi, okşayışı.
Annemin yeniden gençkız gibi yollardan geçtiği sıralarda, yağmurlardan bile gönenirdim. Bu yağmurlar ergenlik yıllarımın ve şimdinin yağmurlarına yabancıdır. Rüzgâr üşütmezdi; soğuk rüzgârlar yağmurluğumun yakasını, eteklerini açıp uçurtmazdı. Yağmurda yürüyüşlerimiz annemle. Tramvayların, otobüslerin, vapurların, ender bindiğimiz otomobillerin pencerelerine iri damlalar vururdu. Damlanın bütünleşerek cama çarpışı; dağılarak kendince su yolları açıyor. Binlerce resim çizerdim kafamda. Annemi görürdüm, kuşlar uyduruyorum, ayyıldızlı Türk bayrakları… Yağmurun çiçekdürbününden binlerce şekil geçerdi arka arkaya. Bulutlarla da hep bu oyunu oynardık. İncilâ Abla’yla. İncilâ Abla, annemin isteyerek, özleyerek gittiği evin kızıydı.

Devamını Oku

Bahar Sesini Duyan Vardır Bir Yerlerde

20 Nisan 2018/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Dışarıda gümbür gümbür bir bahar. İnsana nedir yahu bizi birbirimizden alıkoyan diye bağırıyor. Uyanıyorum da ortalığa dağılan cemreleri topluyorum.

Yaşamak arzusunda isen ağaca bak, dala, yaprağa diyorum eşime dostuma. Umut et, iyi yad et dünü, yarına yetiştir papatyayı gülü. Çiçek adları öğren mesela. Ağaçlara dokun yahu. Atla serin sulara bir kulaç at bahara. İyilikten güzellikten dem vur. Bir demlik çay koy önüne, zeytin, peynir ve bir parça ekmek. Denize aşer, dalında çağla gör, minicik eriklere dokun, insanlara aşkla bak. Yaşamak arzusunda ve emelindeysen, yaşa, yaşat yahu, ötesi yok. Camı aç, temiz havayı çek içine. Hüzün güzeldir, korkma hüzünlen arada. Tarifsiz bir mevsimdir bu, kapına gelmiş, içeri buyur et. Bir şeyin yoksa bir tebessüm et ona.

Otur soluklan, düne dair nen varsa bırak orda kalsın, anılar hayata renk katsın, omuzlara yük olup abanmasın. Bu işin dünü yok inan, yarını da olmayacak. Elinde ne var ne yoksa bırak, çimenlere uzan, doğanın renkleri kir değildir, bırak renklensin hayatın.

Seslerde bir ahenk vardır. Gürültü yoktur, yankılar yapay değildir, insan elinin değmesini beklemez güzelleşmek için. İşin tılsımı da burda.

Bak hürriyet, bak özgürlük, korka!

Ali Akçakaya

Derya’dan Irak Balık Alıklığı

26 Ekim 2017/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Dekorlar yıkıp yerine simetriden uzak imajlar koyuyorum. Hayatımı ziyaret edenler, manasız objelerin gelişi güzel serpiştirilmesine bir anlam yüklemeye çalışıyor, yine yanılıyorlar. Sofraya bir tabak bir de bardak koyuyorum, tabağa beynimi, bardağa kanımı döküyorum. Kendimi yiyerek büyütüyorum gerçeği gözümde. Gözümü oydular belki, ben de gördüğümü tek gerçeğim sanıyorum. Kim bilir? Kim bilebilir ki Allah’ın bildiğini, varlığında dahi mutabık değiliz ki.

Sokağa çıkın milyonlarca insan kendisinden kaçıyor. Uçaklar, arabalar, yollar hep gerçeğinden kaçanlarla dolu. Her saat farklı birilerine randevuları var, yarına çıkmak zorundalar. Biletler, faturalar, çocuklar… Kalpleri boşa atmasın diye, aldıkları nefesten bile elektrik üretiyorlar. Efektif yaşamak zorundalar. Zira çok bilinçliler. Gözlerini dört açmışlar, rahat değiller, hayatları çok köşeli, haliyle dönelim derken virajı alamıyorlar.

En büyük sevinçlerin bile tadı kaçmış durumda. Zira yarından ödleri kopuyor. Ki o yarın geldi geçti, bu hal ödlerinin kopmuş hali. Bol bol fotoğraf çekiyorlar. Bol bol gülüyorlar. Ağlamak acizlik, ağlayan birini görünce kaçıyorlar. Zevk ü sefa ediyorlar güya ama kırıklar. İbadet de etmiyorlar, çağdışı edileli beri. Bir kısmı ediyor ama onlar da çok yoğunlar. Randevular, planlar programlar…

Konsere gidiyorlar, film izliyorlar, hayatın sırrını çözmüş adamları okuyorlar, ortada büyük bir leş var herkes oturmuş sofraya, afiyet olsun zıkkımlanıyorlar. Yaşlıları pek sevmiyorlar, Allah canlarını alsa da kurtulsalar. Çocukları seviyor gibiler ama hayat kolay değil; okullar, kreşler, aktiviteler, yarına yetişecekler, o yüzden yüzlerini göremiyorlar. İyi eğitilmiş ruhsuz ve piç bir nesil yani… Hızla büyüyorlar.

Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Kimse kimse ile göz göze gelmiyor. Zira gözleri yüksekte, o yüzden düşünce iflah olamıyorlar. Kalkıp yürüseler de vicdanlarını yitirmiş haldeler. Gelene gidene çelme takıyorlar. Düşene de orospu deyip, küçük görüyorlar. Hâlbuki birbirlerini satıp payeler alarak hem orospu hem de pezevenk oluyor ama kendilerini beyefendi sanıyorlar. Nerden tutsan elinde kalıyor. Ellerini sürmeden yaşayayım desen ellerin bomboş kalıp hüzünleniyorsun ya, o da gelip oturuyor şurana.

Kalkıp gideyim diyorsun, sinende biriktirdiğin sıla hasreti, ilk adımla gelip çörekleniyor göğüs kafesine. Uzaklarda mutluluk hayalleri, bir vaha varmış orda, kim bilir serap belki. İkirciğinin makul gerekçeleri aklını kurcalıyor. Kimseye güvenecek halin yok, sırtında yüzlerce yara izi. Yarı yolda bırakıp gittiklerinin vebali omuzlarında, yanına aldıklarını tüketerek varacakmışsın gibi geliyor ama kürkçü dükkânına varıp postu seriyorsun orda.

Şüphe yok, ant olsun hüsrandasın. Vardım dediğin yere kanma! Yoktan var edeceğim diyecekler, ALDANMA! İsyan et! Var olmak hülyasına kapılma! Benlik iddiasında olma asla! Etrafını saran hayatı bırak yere usulca. Üstüne basıp ‘O’ hale eriş! Yeter kahrolma! Vardınsa, kal da görelim orda!


Ali Akçakaya

Seite 12 von 35«‹1011121314›»

Kategoriler

  • Düşünce Yazıları
  • Edebiyat Seçkisi
  • Fotoğraflar
  • Seçme Bilimsel Yazılar
  • Seçme Denemeler
  • Seçme Öyküler
  • Seçme Şiirler
  • Video Klipler

Etiketler

Abdülkadir Yeler Ali Akçakaya anlam Asaf Halet Çelebi Atilla İlhan Behçet Aysan Cahit Zarifoğlu Caner Taslaman Can Yücel Celal Sılay Cemal Süreya E. A. Rauter Edip Cansever Enis Batur Erci Hoffer Erdem Beyazıt Ergin Günçe Farid Farjad Gazetecilik J.L.Servan Schreiber John Tomlinson Kaos Teorisi Levni Mehmet Akif Mevlana Murat Menteş Nazım Hikmet Necip Fazıl Kısakürek Neyzen Teyfik Oktay Rifat Olcay Yazıcı Onat Kutlar Pablo Neruda Rainer Maria Rilke Rudyard Kipling Savina Yannatou Tamer Sağır Timbaland Ziyad Marar İlhan Berk İsmail Tokalat İsmail Uyaroğlu İsmet Özel Şeyh Galip Şükrü Erbaş
:: Ali Akçakaya
  • Link to Rss this site
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
Scroll to top