Yılkı Atlarının Dörtnalı
Yokuşlarında, sarplarında yordun beni. Zihninin kıvrımlarında gezerken kaybettim ben kendimi. Neredeyim dediğimde, boşluklarındaydım, sesim yankıdı, duyduğun seslere sus oldun. O seslerde yankıyan neydi, anlamadın mı!
Bu bahta kırmızılar, beyazlar biriktirdim, karalar bağladın! Güzel dediğim ne varsa hayatta, hepsi aynı yüze vurdu beni. Her yokuşun sonunda beni beklediğini düşündüğüm için pes etmedim belki. Oturup soluklandım, manzaralara manalar yükledim, devam edip kaldığım yerden zoruna gittim. Kırıklarım battı eline, canın yandı, suçlusu oldum. Tuzlarımdan, buzlarımdan seslendim de sesimi gürültülerin bastırdı.
Uykularımdan uyandırdılar sabaha karşıydı, seni de uyandırdı aynı patırtı, bölük pörçük zamanlardı. Sarsan, hırpalayan, boğazımda kuruyan o tümceler, nereden başlasam da cümlenin sonundan uzaklaşsam diye düşünüp durdum. Var olmaya ne anlamlar yüklemistim de, hepsini heba ettim, ettikçe heba olmuşum. Dar zamanlara sıkıştırdılar koca cüssemi, hesaplar, sorgularda unuttum nerede, kim olduğumu. Rolümü oynarken yazdığım öykülere, ben olmaya imrenmeler, yerimi unutmuşum meğer.
Kendime gelmeye çalışırken, tüm sokaklarıma çıkmazların pusu kurmuş. Nereye dönsem sıkıştırılmış köşeler, kendimden kaçarken yanıma bir seni almışım, sesin çıkmamış. Kavgalarını uzaklara saklamışsın, hicretlerine çıkmışız, isyan ateşini yakmışsın yoldayken. Şeytanlarını bana bağlayıp taşlamışsın da için soğumamış. Hıncını al diye beklerken canım da çok yanmış, yeter demeni beklemişim, yetmemiş. Kurşunlarına dizmişsin beni, tüm katillerine işaret etmişsin de, köklerinde filiz vermişim yine. Söküp attıkça daha derine kök salmışım, söyle kim bu savaşın kazananı. Hangi mağlubiyet bu kadar tatlı!
Denize başka bakmışım ben anla, ara sokaklara, tehnalara… Yokuşlarına sabretmişim, gün gelir de düzlüklerine yakınır diye. Yılkı atlarımı dörtnala sürerim diye. Tozunu dumanıma katarım diye.
Ömür de geçmiş böyle diye diye…
Ali Akçakaya