Bir arpa boyu yol almak
Zamanın arka bahçesindeydim, çocukların büyümediği alemlerden sana çiçekler derdim, her birinin isimlerini yazıp kara tahtaya, tebeşir gıçırtısı özlemiyle sıraların arasından sana uzandım. Renkleri kardım, avuçlarıma mavi bulaştı. Mutluydum işte, her şey çocukça yaşanmıştı. Yani olması gerektiği gibi.
Körebeler, saklambaçlar; geç kalmadık da erken geldik galiba. Ne çara allame- i cihan olduk güya ama aleme bir mana biçemedik hala. Laf anlatamayınca kalabalığa, ruhumuza rumuzlar takıp dünyanın peşine düştük. Bir yörüngede derviş kibriyle döndük, cebimizde üç günlük yevmiye. Esrikliğimiz, dünden kalmışlığımız, bir varmış da ikinin haberi yokmuşcasına. Son şiirini çocukken yazmış bir şairin uhrevi başıboşluğuyla günaha girdik ve mağfiret dilenmedik yine de. Hangi marifetimiz iltifatınıza mahsar olmuştu ki, günahlar biçip bize, yedi katlı cehennemlere attınız acımasızca. Sırf içinizin yağları erimesin diye yanmıyorduk ateşinizde. İyileri ateşe atan firavunlar kötü de, kötüleri sonsuz cehennemlere atanların ilahlığında, biz de küçük bir kıssa çıkarmıştık kendi payımıza. Olan biten, hepsi dün ile bugün arasında. Yarına yaşanacak bir şey kalmamıştı. Ebedin hesabını da vermiştik kalu belada.
Hüznün mayhoş loşluğunda, kitaplar okurduk hatırla. Mısralardan demetler yapıp, sevdiklerimize koşardık. İçimiz yunmuştu, akça pakça kıyafetlerimizi giyinmiş, pamuk ipliğine bir ilmek daha atmıştık. Hayat memat meselesiydi sadece.
İşin ucunda ölüm yok ya! Yaşıyorduk oysa. Telaşlıydık, yine de umutlu ve kararlı. Her şey bir hiç uğruna, iki bile değil. Kendimize biçtiğimiz roller için seçtiğimiz kostümler dar gelmişti. Yine de sahnede bize düşen kelâmı hakkıyla etmiş ve sürç-i lisan ettiklerimizden af dilemiştik sonra. Perdeler kapanınca kuliste boşluğa düşüp hayal kırıklığına uğramış, oradan da evimizin yolunu tutmuştuk. Sokaklarda telaş hala bitmemişti. Işıklar içinden geçip, siren seslerine aldırış etmeden yolumuza devam etmiştik. İki ekmek al gelirken demişti karım, sabaha bir şey kalmamıştı. İki saat sonra okula gidecekti oğlum. Okuyup büyük adam olacaktı. Diplomalar alacaktı, aşık olacaktı, düşüp sağını solunu incitecekti. Gurur duyacaktık onunla, tıpkı babamızın bizden duyduğu gibi. Sonra onun yolu da o sahneye varacaktı, o da ona biçilen rolü layıkıyla ifa edip kulise geçecekti. Herkes gidip yalnız kalınca orada, o da o kahrolası boşluğa düşecekti.
Sonra mı? Sonra o ışıklı yoldan yürüyecekti, siren sesleri, selalar arasında; baba yadigarı hüznü yakasına iliştirip, gece yarılarında kolunun altında iki ekmek ve cebinde mısralarla evinin yolunu tutacaktı. Karısı, ekmeği ve çocukları. O da yaşayacaktı payına düştüğü kadarını. Bir arpa boyunda, varla yok arasında ve bir varmış bir yokmuşcasına…
Oysa her şey belki bir hiç uğruna.
Ali Akçakaya