Köy yanarken ben
Peki hiç düşündün mü seni bir o yana bir bu yana sürükleyenin ne olduğunu? Sahi ne oldu o ulvi makamlara! Hasıraltı mı edildi, yoksa son kullanma tarihi mi geçti! Ne oldu davalara, hangi celsede kalmıştık, hatırlasana.
Bir yerden sonra insan hayret dahi edemiyor haline. Bir hengame, bir koşuşturmaca ki sorma! Peki ne uğruna, nereye varacak yolun sonu, anlatsana. Söylemeye dilin varmıyor mu, ah canım yazık sana. Kendisini kandırdıkça, başkaların yalanları da tatlı geliyor insana.
Manayı yağmalarken çağ, suni değerlerin uğruna kan ter içinde çırpındıkça, yorgunuz ama umutlu hala. Kalemler, sözcükler, dizeler kağıttan gemilere istifliler sessiz, bizse görüntülerin tılsımına yenik ve acz içindeyiz. Bizi sahneye çıkaranların gönlü olsun diye, sırf kimsenin gönlü kalmasın diye, şekilden şekile renkten renge giriyoruz da, yine nafile. Kimseyi memnun edemiyoruz. Her zamanki gibi tümcelerin sonunda çileden çıkaran koca bir ‘ama’.
Bir yanlışın peşinde, belki de ait olmadığımız karelere kendimizi iğreti bir biçimde yamıyorken, kime ne maval anlatıyoruz. Lütfen biraz daha takdir edin, sayın, sevin diye sayın ahali! Gerçekten hepsi bunun için değil mi. Yani hiçler arasında var kalma telaşındayız, hepiniz gibi.
Sürükleniyoruz kirli bir akışın içinde. Biz olmaktan vazgeçip istediğiniz biri olmaya karar verdiğimiz gün, şahsiyetimizi de yitirdik, gözünüz aydın. Halbuki bir ağacın gölgesi, bir parça denizin esintisi hüzünlendirmeye yetiyordu bizi. Biz biz olmaktan çıktık. Bu korkular, bu histeriler bizim değil. Bu telaşa ait değiliz biz. Bu suskunluklar, bu kavgalar da bizim değil.
Dilimizi dağlamamız, gözümüzü kapamamız, nafile. Kulağımız hala işitiyor. Tüm bildiklerimize, tüm ögrendiklerimize ihanet edercesine, susmaya ant içiyoruz. Yok yok öyle büyük bir davamız da amacımız da yok.
Köy yanarken saçımızı tarıyoruz.
Ali Akçakaya