Tüketim Zaman Alır
Zaman kullanmada darlığın, daha önce hiç karşılaşılmayan en yeni biçimini tüketim alanında görüyoruz. Çünkü iktisatçılar tüketimin ne kadar zaman aldığının ayrıntısının hesabını yapmayı unutmuşlar. Her birimiz alım gücümüzde elde ettiğimiz bir gelişmeyi hemen tüketimimize yansıtmayı alışkanlık haline getirmişizdir. Tüketimi ne kadar sürede yapacağımıza dair bir eğri tasarla-sak, bunun alım gücümüze uyum sağlaması imkânsız.
Önemli bir tüketim ihtiyacı için yapılacak bir yatırım karşısında, hepimiz önce bu malın fiyatını, onu finanse edebilecek imkânlarımızı, taksitlerimizi ve onun bize kaça mal olabileceğini düşünürüz. Ama hangimiz ihtiyacımıza en uygun seçimi yapmayı, kullanma süresini ve zamanımızın boşa harcanıp harcanmadığını göz önünde tutarak, bu yatırımın bir zaman bilançosunu yapmayı akıl eder?
Seçim: Teknik gelişmelerin karmaşık oluşu ve tüketim maddelerinin israfındaki aşırılık, bizleri birer rasyonel homo ekonomicus (Tasarruf etmeyi bilen insan) olmaya doğru zorluyor. Öyle ki, bir şey satın almadan önce onun fiyatıyla iş görme gücünü kıyaslamak en büyük alışkanlığımız oldu. Otomobilinizi, videonuzu ve çamaşır makinenizi alırken bu kıyaslamaları yapmadınız mı?
Zaman kötü kullanıldığından, ürün türleri çoğalarak daha karmaşık hale geldiklerinden, satın alma kararlarımızın nitelikleri de daha düşük düzeylere inmeye başladı. Seçimlerimizi reklamların ve bilinçaltı sezgilerimizin etkisiyle ön koşullanmış olarak yapıyoruz. Aslında iyi bir reklam, okuyup yazması olmayan tüketiciliğimizin sorumluluğunun yükünü hafifletebilir. Kulağımıza fısıldanan olumlu ayrıntıları kendimize mal ederek gerektiğinde kullanabiliriz.
Kullanma süresi: Gemi sahipleri gemilerin bakım, onarım ve donatımlarını onun kullanım süresine kıyaslayarak mı yaparlar? Evlerinde havuzları olanlar, ondan yüzmek için ne kadar yararlanırlar, sonra onun temizlenmesi için ne kadar zaman harcarlar? Yazlık evinizin bakım ve temizliği için ne kadar, ondan yararlanmak için ne kadar zaman ayırıyorsunuz? (Doğal olarak bu süre, kullandığınız bahçenize harcadığınız zamandan daha az olmalıdır.)
Boşa harcanan zaman: Satın alınan kitaplar hiç okunmaz, plaklar bir kere dinlenir, giysiler en çok birkaç kez giyilir, videoya çekilen kaset hiç seyredilmez. Tavan araları patenler, bisikletler, kondisyon kürekleriyle doludur. Bütün bunlar ya bir hayale kapılıp ya da kalplerimizden geçen bir duygunun etkisiyle alınmışlardır. Ne kadar kullanılacakları daha önceden hiç düşünülmemiştir,
Eğer ikinci adresimizdeki evimiz için yaptığımız masraflar, orada kaldığımız sürelere bölünecek olursa (bu paranın vadeli bir hesapta tutulduğunda getireceği faizle de kıyaslanarak), aynı süre için Riviera’daki görkemli villalardan birinin kiralanabileceği ve bir miktar paranın da arttırılabileceği ortaya çıkar.
Böyle bir uygulamayı yapanlar, ayrıca evlerinde kaldıkları zamanlar çok özlemini çektikleri seyahate çıkma isteklerini de karşılamış olurlar. Evde kalmayı verimli hale getirmek istemek, böyle girişimlerin yapılmasını engellememelidir.
Zamanı iyi değerlendirebilmek açısından bakılacak olursa, tüketim yüzyılın en büyük nevrozudur. Nevrozun psikolojik bakımından en yakın bir tanımlaması yapılmak istense, sağduyu sahibi bir insanın hayvanca hareketlerde bulunması demek.
Ailesi saatçi olan Henry Ford, işçilerine ürettikleri otomobilleri alabilecek kadar ücret ödemek akıllılığını göstermişti. Bizim aptallığımız onun ilkelerini masraflarımıza uygulamamız. Ne kazanırsak hepsini birçok ürün satın almaya ve hizmetten yararlanmaya harcıyoruz; amaç, daha iyi yaşayabilmek.
Para harcarken zamana göre daha hesaplı davranıyoruz. Oysa parayı her zaman yeniden kazanmak mümkün, zamanın yerini ise hiçbir şey alamıyor.
Tüketim açlığımız sadece zamanımızı yok edip bitirmiyor, ayrıca o da kendini yiyip bitiriyor. Tüketim sanatımız hâlâ ilkelliğini koruyor.
Zaman hırsızı
Amerikalı araştırmacılardan Mac Kenzie 1970’li yılların başlarında, zaman hırsızlarıyla ilgili çok değişik sorumluluk gruplarında incelemeler yaparak bir liste oluşturdu. Bu listeyi hazırlarken 40 Kanadalı albayla, 30 Amerikalı üniversite rektörüyle, 25 Meksikalı işletme şefiyle, sigortacılarla, zenci rahiplerle ve Alman yöneticilerle görüştü.
Kenzie listelerinde pratik olarak kendi aralarında iç değişiklikler olabileceğini de belirtmektedir. Hırsızların tam kadrosu şöyle:
Dışımızdaki hırsızlar
• beklemediğimiz telefon görüşme talepleri, görüşmelerin yararsız yere uzaması;
• çalışma arkadaşlarıyla meslektaşların kendi sorunları ya da başka konuları görüşmek için araya girmeleri;
• açık kapı politikası, başkalarının sorunlarını çözmek için kendimizi görevli kabul etmek;
• ziyaretçilerin, müşterilerin, bayilerin ani baskınları;
• personelin yeterince yetişmiş ya da uzmanlaşmış olmaması (özellikle sekreterlerin);
• patron ya da daha kötüsü çok sayıda patronların bulunması;
• iş yemekleri, yabancı ziyaretçilere verilen onları teşvik niteliğindeki kokteyller ve akşam yemekleri;
• sık sık yapılan, kötü hazırlanmış, uzun süren toplantılar;
• ailemizle ilgili ya da kişisel idari nitelikli işlerimiz;
• otomobil, çamaşır makinesi ve televizyon vb. gibi aygıtların onarım ve bakımları;
• çocuklarımızın! doktora, müzik ve spor dersine vb. götü-, rülüp, getirilmeleri;
• ev temizliği, kurslar, mutfak işleri.
İçimizdeki hırsızlar
• karmaşık ve değişken hedef ve öncelik seçimi;
• günlük çalışma planının olmayışı;
• bir türlü bitmeyen, her zaman «üzerinde çalışılmakta olan» işler;
• kendi kendini zorlayıcı nitelikte daha önceden sınırlı tarihleri saptamayı bilmemek;
• daima daha çok iş çıkarmaya eğilimli olmak, kusursuz iş yapmak istemekte direnmek;
• düzen yokluğu, dağınık bir büroda çalışmak zorunda kalmak;
• sorumluluğun belirgin olmayışı;
• iş vermeyi bilememek;
• ayrıntılar üstünde gereğinden fazla durmak;
• anlaşmazlıkların çözümünde gecikmek;
• yeniliklerin karşısına çıkmak;
• çok sayıda ve dağınık kazançlar;
• «hayır» demeyi bilememek;
• enformasyonun ve iletişimin yetersizliği (ya da aşırı düzeyde oluşu);
• çok çabuk karar vermek ya da reddetmek (komitede acele karar almak);
• yorgunluk, form düşüklüğü;
Konunun bir dizi örnekle pekiştirilmesine hiç gerek yok. 32 hırsızdan oluşan bu listeyi okuyan herkesin zihnindeki ekranda kişisel olarak yaşamakta olduğu olaylar görüntüye gelecektir. Şimdi, dışımızdaki hırsızlar mı yoksa içimizdekiler mi daha çok zamanımızı çalıyorlar, bu konuyu biraz tartışalım.
Yönetim biliminin Papası sayılan Peter Drucker’in çok aydınlatıcı bir denemesi var. Onun yaptığı filmlerden birinde bir işletme şefiyle çalışma arkadaşlarının günlük hayatları anlatılır. Şef, kendisine ve arkadaşlarına ait zamanla ilgili, akla gelebilecek her türlü günahı işlemektedir.
Drucker 40 kadar sorumluluk taşıyan yöneticiden, filmi seyretmeden önce, kendilerine göre zaman hırsızlarının listelerini yapmalarını istemiştir. Bunlardan büyük bölümü, listelerinde da-‘ ha çok dış hırsızları suçlamışlardır. Film seyredildikten sonra, listelerin yeniden yapılması istenildiğinde, bu kez içimizdeki hırsızlar daha ön sıralara yükselmişlerdir.
insan kendisiyle eğer dürüst bir bağ kurabilmişse, «dış hırsızların listesi yapılırken bunların çoğunun içimizdeki hırsızları gizleyen yapay hırsızlar olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Genel olarak bunlardan ikisi, tiyatrolardaki aktörler gibi başka kimlikler kullanarak ortaya çıkarlar: «Hayır demeyi bilememek» ziyaretlerin kavgaya, tartışmaya dönüşmesine, isteklerin uzun süre boşu boşuna tekrarlanmasına, bir işe yaramayan çözümlere, yorgunluklara, boşuna ve saçma uğraşlara, bitip tükenmeyen sorumluluklar yüklenilmesine neden olur. «İş vermeyi bilememek» ise başkalarının yapmaları gereken ya da başka türlü organize edilmesi gere-.ken ailevi ya da mesleki pek çok işin üstümüzde kalmasına, dolayısıyla bunlardan kurtulmamıza engel olur.
Doğal olarak taşınan yükümlülüklerin hepsi de başkalarının bizi balık gibi yakalamak için kullandıkları olta yemleri değildir. İçlerinde önceliği ve önemliliği olanların bir sırası vardır. (Bir doktor arkadaşım, bunların kaç tanesinin önceliği olabileceğini bana sormuştu.) Sadece ilke olarak daima yanında çalıştığımız iş sahiplerinin zamanımızı kesmeye hakları vardır.
Hiç beklenilmeyen zaman kesilmelerine karşı nasıl organize olunmalıdır?
Bunu gerçekleştiremeyen hiçbir sekreter, kendi zamanına egemen olamayacaktır. Bunlardan çoğu ancak patronlarının bu konuda yetişmesini sağlayarak kendi zamanlarının egemeni olabilmektedirler.
Bütün ortaya atılan bu gözlemler bizi hem iyi hem de kötü nj-telikleri olan bir sonuca ulaştırmaktadırlar. Kötü olan yön, bizim dışımızda ayıplanması, suçlanması gereken bir dış dünyanın bulunmadığının anlaşılmasıdır; iyi olan yön ise her şeyin bizim kendi içimizde, kontrolümüz altında olması gerektiğinin ortaya çıkmasıdır. Ayrıca organize edebileceğimiz manevralar için serbestçe hareket edebilecek bir alanın da bulunduğunu öğrenmiş oluyoruz.
İzlediğimiz yolun sonunda karşımıza bir kapı çıkmış bulunuyor: Kendimiz. Pusula nasıl daima kuzeyi gösterirse, zamanın iğnesi de arada sırada yaptığımız sapmalara karşın sorunun başladığı ve bittiği nokta olarak bizi gösteriyor.
Toplumsal yaşam bizim karmaşık bir hayat yaşamımızı gerektiriyor. Bizim dışımızdakilerin tutumunun hiçbir yararını görmüyoruz. Çağdaşlarımızın ve toplumun zaman sermayemizde yaptıkları aşınmayı bir dava dilekçesi haline getirmek zorundayız.
Ama bizim bu davayı kazanma şansımız ne kadar acaba?
Dıştan gelen bu etkiler zamandan da daha çok acımasızdır. Bizim onları değiştirmeye gücümü* yetmez. Onlara az ya da çok uyum sağlayarak, onlardan yararlanmaya bakmalıyız. İki gerçeği (son kez değil) hatırlayalım:
• Zamanın seyri hiç kesilmeden devam eder. Kaybedilen bîr anı yeniden kazanmaya imkân yoktur. Daima her anı en iyi biçimde değerlendirerek yaşamak gerekir.
• Zamana egemenlik kazanmak demek, ucu ucuna kendi kendine egemen olmak demektir.
Hayatımızın başlangıcında içimizde mutluluğu, onuru yitirici davranışın daima dışardan geldiğine inanan bir içgüdü oluşur. Bu inanış hep kendi kendini besler. Bütün çocuklar «ben değilim o» diye ağlarlar. Herhalde aradan 40 yıl geçtikten sonra da daha hâlâ oradayızdır, bir ilerleme kaydedemeyiz.
Ama engelleri, sıkıntıları yaşayarak onları aşmış olmamızdan kazandığımız güvenle (kazandığımız olgunluk mu?) kimi kez, yengiye uğratılması gereken asıl düşmanın (kendimiz) olduğunu daha bir gerçek olarak sezinlemeye başlarız.
Ona karşı yöntemi! (ve ustaca) atılıma geçmeden önce, onun en çok hangi noktalarının daha zayıf olduğunu incelemek zorundayız. Herkes bu incelemeyi kendi işine geldiği tarzda yapacaktır. Ama sık sık oluşan bazı durumların gözlemi, bize bazı” uyarılarda bulunabilir, bazı kıyaslamalar yapmamıza yardımcı olabilir.
Yüksek sesle bağırsak da durdurmayı başaramadığımız, zaman israf etmek gibi bir duruma katlanmaya devam etmemiz, bu özelliğimizin içgüdümüzü dahi etkilediğinin kanıtı değil midir?
J.L.Servan Schreiber’in Zamanı Kullanma Sanatı adlı kitaptan küçük bir bölüm