ALEVİ AÇILIMININ AÇMAZLARI -I-
Sosyolog, Marmara Üniversitesi
Abdülkadir Yeler
Köyden Kente Göçler ve Kurumsallaşmaya Giden Süreç
Türkiye’de son birkaç yılda gündemi işgal eden konulara bakıldığında, demokrasinin cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez böylesine kapsamlı ve derinlemesine hesaba çekildiğini görüyoruz. Genel anlamda “demokratikleşme” olarak ifade edilen bu süreçte etnik, kültürel veya dini açılardan azınlık psikolojisine sahip olan gruplar üzerine bir takım politikalar üretiliyor. Kamuoyunda “açılım” olarak adlandırılan bu politikalar, bir anlamda onların mağduriyetinin giderilmesini ve bu ülkenin vatandaşı olan her bireyin bu bilince ve aidiyet duygusuna ulaşmasını, daha özet bir ifadeyle, bütün farklı renklerin ahenkle bir araya gelip bütünü oluşturduğu bir toplumsal yapının teşekkülünü hedefliyor.
Bu politikalar içerisinde şüphesiz ki hem muhatap alınacak kitlenin nüfus oranı bakımından hem de çözüme giden yolların karmaşıklığı bakımından Kürt açılımı (demokratik açılım) ve Alevi açılımı gerektirdiği hassasiyet bakımından ön plana çıkıyor.
Türkiye’de Aleviler denildiğinde ilk olarak, asırlardır köylerde ve kırsal kesimlerde kapalı toplum hayatı yaşayan, Sünnililiği devlet politikası haline getirip kendilerini mağdur ettiği düşüncesiyle Osmanlıya büyük bir tepki duyan ve tarihi süreç içerisinde devlet otoritesine baş kaldırmasıyla hatırlanan bir sosyal yapı akla geliyor.
Cumhuriyetin kuruluşu sürecinde Alevilerin sürece etkin katılımını ve desteğini görüyoruz. Bu desteğin arka planında da, asırlardır süre gelen baskılardan ve dışlanmalardan kurtulmak için Alevilerce Cumhuriyetin bir kurtuluş olarak görülmesi düşüncesi vardır. Nitekim yeni alfabenin kabulü, eğitim birliği yasası, şeyhülislamlık kurumunun kaldırılması, kadın – erkek eşitliğine yönelik uygulamaların artarak devam etmesi, eğitimde ve sosyal yaşamda laiklik ilkesinin benimsenmesi ve hilafetin kaldırılması gibi reformlar, Alevileri memnun ediyordu. Buna ilaveten, tekke ve zaviyelerin kapatılması Aleviler için bir hayal kırıklığına dönüşmüştür. Genel olarak ocaklarda ve tekkelerde toplanan aleviler, bu merkezlerin kapatılmasıyla ibadetlerini gizlilik içerisinde devam ettirmek zorunda kalıyordu ve Sünnilere ait camilerin açık tutulup bir araya gelme, ibadet etme gibi işlevleri üstlendiği için Alevileri Sünnilere oranla çok daha fazla mağdur oldukları düşüncesine sevk ediyordu.
Çeşitli beklentilerle destekledikleri Cumhuriyetten beklediklerini tam anlamıyla bulamayan Alevilerin bu tepkisi, tek parti döneminden çok partili döneme geçilirken, halkçı ve demokrat bir görüntü sergileyen Demokrat Partiye oy vermeleriyle kendini göstermiştir. Demokrat partinin icraatlarının cumhuriyetin kazanımlarına ters düştüğünü ve siyasetle dini birbirine karıştırdığını düşünen Aleviler kısa zamanda Demokrat Partiden uzaklaşacaklar ve hatta 27 Mayıs darbesini destekleyeceklerdir.
1950’li yıllardan itibaren köylerden kent merkezlerine hatta Avrupa ülkelerine doğru bir göç dalgası başladı. Bu göç dalgası Alevileri de etkiledi ve onlar da kırsal kesimlerden kent merkezlerine ve çeşitli Avrupa ülkelerine göç etmeye başladılar. Kent merkezlerindeki sosyal hayat, sosyal hayatı her geçen gün daha fazla etkileyen modernleşme, kentlileşen Aleviliği yeni sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Kent hayatında moderniteye direnmek, geleneksel anlayışı koruyabilmek ve yeni nesli de geleneksel Alevilik bilinciyle yetiştirebilmek gerekiyordu. Bu gereksinimler de doğal olarak kurumsallaşma ihtiyacını doğurdu.
Kent Hayatıyla Yüzleşme ve Kurumsallaşma İhtiyacı
1961 anayasasının sağladığı ortam Alevi kurumsallaşması için önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyordu. O zamana kadar kent merkezlerinde kendilerini ifade edebilecekleri bir zemin bulmayan Aleviler, yeni anayasanın sağladığı ortamda hızla örgütlenmeye başladılar. 1966 yılında kurulan Birlik Partisi ile kendilerini siyasi anlamda ifade etmenin yanında, büyük ve küçük çaplı dernekler kurarak kendilerine kent merkezlerinde yeni hareket alanı oluşturmayı başardılar.
Bu süreç aynı zamanda Alevilerin modernite ile direkt olarak yüzleşmesi süreciydi ve kent merkezlerinde Alevileri yeni sorunlar bekliyordu. Asırlardır kırsal kesimlerde gözden uzak olarak varlığını sürdüren ve kendi içerisinde bir gizeme sahip olan, kendisini sırlarla tanımlayan Alevilik, modernleşme sürecinde sırlarını açık ediyordu ve geleneksel yapının modernite ile dönüşüm geçirmesi gerçeğiyle karşılaşıyordu. Buna ilaveten kent hayatı farklı kültür, inanç ve yaşam tarzına sahip olan insanların bir arada yaşamasını gerektiriyordu, bu durum da Alevilerin yeni tecrübeler edinmesine sebep olduğu gibi onları yoğun ve dalgalı bir sosyal hayatın içine çekiyordu. Sünnilerin hakim olduğu sosyal ortamlarda çoğu zaman kimliklerini saklama ihtiyacı duyan Aleviler, hızla modernleşen bir sosyo-kültürel ortamda çocuklarının eskiden olduğu gibi Alevi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmaları konusunda ciddi sorunlarla karşılaşıyorlardı. Nitekim 1960 – 70’li yıllarda Türkiye’de yükselen değer haline gelen sol hareketler, kentlileşen Alevilerin de ilgisini çekiyordu ve Alevilerden büyük bir kesim sol hareketlerin içerisinde yer alıyordu.
Daha sonraki yıllarda sol hareketlerin anlamını ve önemini yitirmesi, bu hareketlere destek veren Alevileri boşlukta bırakmıştır ve bu süreç, kentlileşme sürecinde ikinci planda kalan Alevi kimliğinin Aleviler tarafından tekrar sahiplenilmesinde etkin bir rol oynamıştır. Buna ilaveten Alevileri yönlendirebilecek Alevi aydınların yetişmesi, o dönemde Türkiye’de dini hareketlerin artması ve 1980 yılında meydana gelip 25 kişinin ölümüyle sonuçlanan Çorum olayları, Alevi kimliğinin yeniden sahiplenilmesi sürecini hızlandırmış ve 12 Eylül askeri darbesinden itibaren Alevilerin kurumsallaşma süreci büyük bir ivme kazanmıştır. Bu dönemde Aleviler dernekleşmeye büyük önem vermişler ve ülke çapında hem de Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde çok sayıda dernek kurmuşlardır. 37 kişinin öldüğü ve hala gündemden düşmeyen Sivas olayları ve 18 kişinin ölümüne yol açan İstanbul Gazi Mahallesindeki olaylar, Alevi kimliğini iyice pekiştirmiş ve talepler konusunda Alevileri daha fazla motive etmiştir. Yaklaşık 50 yıldır devam eden kurumsallaşma süreci, hükümetin Alevi açılımı adıyla başlattığı çalışmayla, en kritik viraja gelmiştir.
Aslında Alevilik gibi dini, kültürel, siyasi vb. çeşitli unsurları aynı anda bünyesinde barındıran bir sosyal yapının kurumsallaşma sürecini ele almak, geniş bir zaman diliminin analiz edilmesini ve birçok farklı faktörün bu süreçteki etkisini dikkate almayı gerektiriyor. Bu nedenle, bu yazıyı sadece konuya giriş olarak kabul etmek ve 1960’lı yıllardan itibaren resmen başlayan kurumsallaşma sürecini sivil toplum kuruluşları, dini kurumlar, siyasi partiler ve Avrupa ülkelerinde kurulan örgütler bazında ele almayı ve hükümetin başlattığı Alevi açılımıyla ortaya çıkan güncel gelişmeleri ve problemleri sonraki yazılara bırakmak, konunun anlaşılırlığı bakımından daha isabetli olacaktır.
Sosyolog
ABdülkadir Yeler
[email protected]