Eric HOFFER / Kesin İnançlılar
* İnsanoğlu büyük adam olmak için hevesle doludur fakat bir gün anlar ki sadece küçük bir adamdır, mutlu olmak için hevesle doludur fakat bir gün anlar ki sadece mutsuzdur, mükemmel olmak için büyük hevesler taşır fakat bir gün anlar ki sadece kusurlarla doludur, insanlar tarafından sevilen ve sayılan bir kimse olmak için devamlı ümitler taşır fakat bir gün anlar ki kusurlarından dolayı sadece insanların hoşgörüsüne layık görülmektedir. İşte dışına çıkmaya imkan bulamadığı bu utanç duygusu o insanda kuvvetli bir adaletsizlik ve yıkma ihtirası yaratır çünkü bu durumda o kendisini kusurlarından dolayı mahkum eden ve bunun kabahatini kendisine yükleyen gerçeğe karşı bitmez tükenmez bir nefrete bürünmüştür.
* Geleceğe karşı duyulan korku bizim şimdiki düzene sarılmamızın, geleceğe ait beslenen ümit ise bizim değişikliğe karşı istekli olmamıza sebep olur. Bu nedenle olağanüstü başarı sağlayan ve mutlu hayat yaşayan kişiler genellikle kökten yeniliklere karşıdırlar.
* Kutsal bir amaca inanç, bir dereceye kadar nefsimize olan inancın kaybolmasından doğan boşluğu doldurmaktır.
* Bir insanın kendi mükemmelliğine olan inancı ne kadar zayıf ise, ulusunun, dininin, ırkının ve ya inandığı kutsal amacın mükemmelliği yönündeki iddiası o kadar kuvvetlidir.
* Bir insanın işi meşgul olmaya değerli ise o insan muhtemelen kendi işi ile meşgul olur. Fakat, işi meşgul olunmaya değerli değilse aklını kendi anlamsız işinden ayırarak başkalarının işiyle meşgul olur.
* İşsiz kalan kişilerin kendilerine maddi yardım yapanlardan çok kendilerine ümit aşılayanları takip edecekleri daha kuvvetli bir ihtimaldir.
* Şimdiki hayatımızda kişisel ilgilerimiz ve ümitlerimiz, bu hayatı yaşamaya değerli kılmayacak nitelikte ise, hayatı değerli kılacak şeyi kendi dışımızda aramaya şiddetli eğilim duyarız. Nefsini adamanın, sadakatın ve manevi teslimiyetin her çeşidi, aslında ziyan olan değersiz hayatımıza bir mana verebilecek amaçlara can havliyle sarılmamızdır.
* Bir kişiyi savaşa ve ölmeye hazır vaziyete getirme tekniği, o kişinin kişiliğini bedenden ayırmaktan ibarettir. Diğer bir deyimle; onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemektir. Bu işlem, o kimsenin kapalı kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla; ona hayali bir kişilik tanıma suretiyle; şimdiki zamanın küçümsenmesini ona aşılamak ve onun ilgisini henüz var olmayan şeylere kaydırmak suretiyle; onunla gerçek arasına bir perde germek suretiyle; ihtiraslar enjekte ederek o kimse ile nefsi arasındaki dengeyi önlemek suretiyle yapılabilir.
* Bir kişi, işkence ve ya imha edilme durumuna düştüğü vakit kişisel kuvvetine güvenmesi imkansızdır. Onun yegane kudret kaynağı kendi kendisi olmak değil fakat kuvvetli, ihtişamlı ve yıkılmaz bir grubun bir parçası olmaktır. Bu açıdan bakıldığında inanç genellikle bir kimlik kazanma işlemidir; ve bu işlem ile kişi, kendi kendisi olmaktan vazgeçerek ölümsüz bir şeyin parçası olur. Bir dinin, ulusun, ırkın, siyasi partinin ve ya ailenin mukadderatına olan inanç, hümaniteye olan inanç, gelecek nesillere olan inanç, yok edilme durumuyla karşılaşmış olan benliğimizi bu ölümsüz şeye bağlamaktan başka bir şey midir?
* İnsanları isyana teşvik eden şey fiilen çekilen sıkıntı değil fakat aynı iyi şeylerin tadını almış olmaktır.
* Başarılı bir liderin en önemli işlerinden biri, taraftarlarında muhteşem bir görev yaptıkları hayalini yaratmak suretiyle ölmenin ve öldürmenin acı gerçeğini perdelemektir.
* Bir kişinin hayatını kaybetmesi demek, şimdiki zamanı yaşamaması demektir; o halde, eğer şimdiki zaman kötü ve değersiz ise, kaybedilen şey de fazla bir şey değildir.
* Hayaller ve hoş ümitler birer araç ve kuvvetli silahlardır. Gerçek bir liderin becerikliliği bu araçların kıymetini bilmektir.
* Nefsinden fedakarlığı artırıcı faktörlerin incelenmesinden çıkarılan sonuçlardan biri de şudur ki, insanların ölümü göze almaları, sahip oldukları şeyler uğruna değil fakat daha ziyade gelecekte sahip olacakları şeyler uğrunadır. Şaşırtıcı ve esef verici bir gerçektir ki; insanlar “uğrunda savaşmaya değerli bir şey” için savaşmaya karşı isteksiz olurlar. Yaşamaya değerli hayatı olanlar, genellikle ne kendi çıkarları için ne de vatanları ve kutsal bir amaç için ölmeye hazır hissetmezler kendilerini. Canını feda etme duygusunu yaratan şey, sahip olunanlar değil fakat sahip olunmayanın özlemini çekmektir.
* İnsanların bir rozet, bir bayrak, bir namus, bir fikir, bir efsane ve benzeri şeyler uğruna ölmeyi göze almaları tamamen anlamsız bir davranış değildir. Aksine, asıl anlamsız olan şey, bir kimsenin maddi bir kazanç uğruna canını vermesidir. Çünkü, hiç şüphe yok ki insanın kendi hayatı maddi şeyler arasında en maddi olanıdır ve böylece hayat maddi şeylerin en kıymetlisidir.
* Böylece bir doktrinin etkililik derecesi hakkında varılacak yargı, onun derinliği, yüceliği ve doğruluğundan değil fakat fertleri kendi nefsinden ve gerçek çevresinden ne kadar iyi ayırabilmesinden çıkarılmalıdır. Paskal’ın etkili bir din hakkında söylediği, etkili bir doktrin için de kabul edilebilir; “Etkili bir din, doğaya, sağduyuya ve zevk almaya karşı olmalıdır”. Böylece açıkça görülmelidir ki bir öğreti etkili olabilmek için anlaşılmaz fakat inanılır olmalıdır. İnsanlar sadece anlamadıkları şeyden kesinlikle emin olurlar. Anlaşılır bir öğreti kuvvetten yoksundur.
* Bir kimseye karşı içimizde nefret hissi sokmanın en kesin yolu, o kimseye ağır bir haksızlık yapmaktır. Bir kimsenin bize karşı haklı bir şikayeti olduğu vakit ondan duyduğumuz nefret, bizim ona karşı haklı bir şikayetimiz olduğu vakit duyduğumuz nefretten daha kuvvetlidir.
* Nefretin derinliğinde beğenmek gibi ters bir akıntının bulunduğu, nefret ettiğimiz kimseleri taklit etme eğilimimizle kendini gösterir. Zulme uğrayan kimselerin, hemen hemen daima, kendilerine zulmedenlere benzer duruma geldiklerini görmek hayret vericidir. Kötü insanlar kötü insanlar yaratır.
* Bütün insanların doğal olarak birbirinden nefret ettiği ve sevgi ve hayırseverliğin birer sahte görüntü olduğu, çünkü bunların temelinin nefretten ibaret bulunduğu ifadesi ne kadar gerçektir ?
* Bir kitle hareketinin yek vücut yapısı içinde kişisel bağımsızlığımızı kaybettiğimiz zaman yeni bir hürriyete kavuşuruz.Bu hiç utanmadan ve vicdan azabı çekmeden nefret etme, yalan söyleme, işkence yapma, adam öldürme ve ihanet etme hürriyetidir. Bir kitle hareketinin çekiciliği kısmen bu gerçekte yatmaktadır. Orada biz ” başkalarının namusunu lekeleme hakkı” buluruz ki bunun, Dostoyevsky’ye göre, büyüleyici bir cazibesi vardır.
* Hayatları kısır ve güvensiz olan kimselerin, kendi kendine yeterli ve kendine güveni olan kimselerden daha çok itaatkar eğilimli oldukları görülmektedir.
* Kendini aşağı gören kimseler başkalarında kusur bulmak için dikkat kesilirler. Kendimizde bulunup da örtmek istediğimiz kusurları başkalarında bulup ortaya çıkarmaya çalışırız.