uyku öncesini
Eski bir binayı düşün, ahşap merdivenli, salaş ve yorgun bir odayı. Yıpranmış ve yer yer delinmiş bir çarşafı, kirden kararmış bir perdeyi… Buğunun camda sanatsal figürler bırakarak, doğal bir sanat eseri haline dönüşmesini, camın önündeki yatağına uzanmış ve dilini bilmediği Calle Dela Magdalena Caddesini dikizleyen o adamı, gecenin bir yarısını ve korna sesleri ile iç içe kulağı okşayan kadın sesini… Uzağı düşün, insanın kendisine mahkum olduğunu.
Ötesine geçmenin anlamsızlığını ve çaresizliğini. Sabaha uzanan yabancı bir geceyi, sınırları düşün, terk edilmişcesine bir sessizliğe gömülmüş olan kıyı kentlerini. Yolu, yabancılığı ve de yoksulluğu elbette… İçlenmenin çağa ait olmadığını da, ağlayan insanların tedavi edildiği bir dünyayı, insanın yine de tahammül etmek zorunda oluşunu, herşeye rağmenleri, o eskimiş görüntüyü, perdeyi ve manzarayı. Bırakıp gitmeleri, sessizce dönmeleri, usul usul rayına giren yaşamları. Mimikleri pörsüyen kadınları, ıslak havluları, ilk doğum günü pastanı, çingeneleri ve bölüşülen yoksunlukları.
Kaçtıkça daha da kıskıvrak yakalanma ihtimalinin artığını belki de…
Ali Akçakaya