John Tomlinson’un Kültürel Emperyalizm Kitabından
Kim Konuşuyor
Bu çoğalan ve kesintiye uğramış söylemlerin varlığını bir kere kabul ettikten sonra, tabii ki Pandora’nın kutusunu açmış oluyoruz. “Tezler” vesairenin akademik retoriğindeki amaç kısmen, bu büyük ve neticede bilinmesi mümkün olmayan söylemler dünyasını, makul boyutlarda tutmaktır. Yoksa, bu konuda söylenmiş yada yazılmış olan her şeyi nereden bilebiliriz? Tez formülasyonu, erişebildiğim bütün kitap ve makaleler ve aynı zamanda muhatap aldığım akademik dünyada kullanmakta olduğunu tahmin edebildiklerim anlamına da gelmektedir. Fakat bu, kültürel emperyalizm hakkında herhalde söylenmiş olanların küçük bir kısmıdır. Ele alınmayanlarsa, zor yada az bilinmiş dillerde yazılmış yazılardır; gazete makaleleri, duvar sloganları, gösterilerde dağıtılan bildiriler gibi geçici şeylerdir ve insanların söyleyip de yazmadığı hemen hemen her şeyidir.
Bu durum, bütün akademik çalışmalar için geçerlidir ve akademik ve düşünsel tartışmalardaki biçimsel söylemin mevcut söylemlerden sadece biri olduğu böylece kabul edilmelidir ve bu söylemi eleştirmekte sınırsız bir “dil oyununa” girmiş oluruz. Fakat “kimin konuştuğu” konusu, kültürel emperyalizm bağlamında kendine mahsus bir hassasiyet arz eder. Çünkü bunun tartışılmasıyla kültürel emperyalizmin uygulamaya geçmesi tehlikesi vardır.
Gayet açık bir gerçek şudur ki, bu konuda yayınlanmış metinlerin pek çoğu bir Avrupa dilinde yazılıdır. Hatta, yayınlanmış metinlerin pek çoğu bir Avrupa dilinde yazılıdır. Hatta, yayınlanmış bütün metinlerin çoğunluğu Avrupa dillerindedir. UNESCO’nun tahminlerine göre “basılı malzemenin üçte ikisinden fazlası İngilizce, Rusça, İspanyolca, Almanca ve Fransızca yayınlanmaktadır. Dünyada yaklaşık 3500 sözel ve 500 kadar yazılı dil mevcut olduğunu düşünecek olursak, bunun kültürel emperyalizmin bir çeşit göstergesi olduğunu anlarız. Bu durumda da bu belli başlı dillerden biriyle yazmak, kültürel emperyalizmi yeniden üretir. Bu açıklama geçerli olabilir fakat İngilizce yazmak, bu dilde yazılmış bütün metinlerin dünyadaki kitap raflarını dolduran İngilizce metinlerin sayısını bir şekilde artırır demek gibi hafif bir anlam kastedilmektedir bununla. Esas önemli olan nokta şudur ki, benim kültürel emperyalizm konusundaki düşüncelerim üzerine Quechua veya Guarani dilinde yazılmış tartışmalar olabilir fakat ben bunların hiçbirini bilmiyorum. Benim nu konudaki cehaletim büyük önem ifade eder, çünkü yazacağım metin, ne kadar iyi niyete dayanıyor da olsa, bu dillerden kaynaklanan muhtemel etkileri dışlayacak ve bazı sesleri gerçek anlamda “susturmuş olacaktır”.
Bir kere bu yola girdikten sonra “kültürel emperyalizmi” yeniden üretmeyecek bir şey yazma olasılığı tehlikeye düşmektedir. Ben İngilizce yazıyorum çünkü yeterli düzeyde yazabildiğim tek dil o, çünkü okurlarımın da İngilizce bildiğini varsayıyorum vs. aynı şekilde kaynak olarak da çevirilere bel bağlıyorum. Hatta başka diller de kullanacak olsam, bu dillerde herhalde belli başlı Avrupa dilleri olacaktır. Afrika’da konuşulan 1250 küsur dile el atabilmem tahmin dışı olacaktır. Bütün bunlar benim söylemimin kaçınılmaz ve pratik belirleyicileridir. Fakat bu pratik belirleyicilerin bir tarihsel bağlam içerisinde var olduğu (bunlar bu bağlamın doğurduğu ileri sürülebilir) ve bu bağlamın emperyalist ve sömürgeci geçmişi ve şimdiki zamanı olduğu da doğrudur. Ouechua veya Guarani dillerinde kültürel emperyalizm tartışmalarının karmaşık nedenleri vardır: bu her iki dil de Peru ve Paraguay2ın İspanyol sömürgecileri tarafından bastırılmışlardır. Bugün mevcut olan akademik yayıncılık ve iletişime yön veren kurumsal düzenekler de bu nedenler arasındadır. Ben bu bağlamda bu seslerin “susturulduğunu” yazdığım zaman (bunu üreten mekanizmalar metnimle benim aramdaki ilişkiden ne kadar uzak olursa olsun) tanımlamaya çalıştığım tahakküm süreçlerine dahil olan bir söylem üretmekteyim.
…..