Şeytan Minaresi
Hep bir nedeni vardır derdim. Anlamasak da etmesek de, hep bir nedeni vardır hadisenin. Katil kurbandır belki, maktul kadar masum ve temizdi eli. Suçlu aramak niye, baksana azmettirici ortalıkta yok yine. Zaten suçu kimseye atamazdım ya. Kimsede kabahat bulamazdım ya haliyle.
Dimağımda mahkemeler kurardım da, neticelere varamazdım, mümkünatı yoktu. Affederdim herkesi, herkesi hadsizce bağışlardım. Bir kader cilvesi gibi gelirdi olan biten. İnsanlar neden birbirinden nefret eder anlamazdım. Savaşlar niye çıkar, insanın gözü niye dönerdi, ah bir bilsem.
Bir türlü nihayete ermezdi sualler, kafamı kemirir dururdu. Çocukluğum, ilk gençliğim ve en nihayetinde olgunluk çağım, mazide anlar ve anılar hep karmakarışık haldeydi. Günahsız bir dün ve elini kolu bağlı bir hissiyat içinde, kıvranır dururdum. Korkularımla, telaşlarımla gayet sıradan, gayet yavandım, herkes kadar olağan. Bir oldu bittiye gelecekti yaşam, ne yapsak ne etsek de kaçınılmaz bir mukadderattı bu. Alınnyazısı, her geçen gün daha da okunaklı hale gelen, yazgımızın nakşedildiği…
Sabahlar, kahvaltı sofraları, annemgil, keşke zamanı şu sofrada durdurabilecek kudretim olsaydı. O an o masada o binanın önünde öyle göz göze kalsaydık ne çıkardı. Belki o anı kaçırdık da, bizi bekleyen başka anlarda sadece iki yabancı gibi, o yoldan geçip gidecektik, öyle mi! Bu kadar manasız mıydı yaşadığımız. O halde yaşayacaklarımız da mı!
Vapurdan inip tramvaya beraberce yürüyüp gülüşmüştük. Bir tebessümü paylaştık, tazelik kokan bir ilkbahar sabahıydı. Ders araları, kantin önleri, akşamüstleri yokuş aşağı inişler denizlere. Yetişmeler ne zaman bitecek, yine geç kalmıştık gideceğimiz yere.
Büyüdük işte. Kimseye belli etmeden, kendi halimizde büyüdük bir köşede. Kilo da aldım, bugünlerde sıkkınım da, o da bende kalsın. İlk aklar düştü şakaklara, ilk kırışıklıklar göz uçlarında göverdi baksana. Zamanın gaddar gölgeleri çöreklendi göz çukurlarıma.
Onca laf, onca söz ettik, yeminler cabası. Kavgasını verdik de yok yere miydi sahi? Hep kaybettik öyle mi? Ne oldu boğazımızı kanatan zafer çığlıkları! Bu yanılgı da mı yazgıydı bize. Ettiğimiz tövbeler ulaştı mı yerine? Yoksa, günahlarımız da mı yanımıza kar kaldı!!!
Affettim o gün herkesi. Halbuki suçu kimsenin üstüne atmamıştım ki. Gerçeğin gördüğüm kadarı bile, herkesi aklamama kafi geldi. Olması gereken, olması gerektiği kronolojide vuku bulmuştu, hepsi bu.
Maktul de en az katil kadar suçluydu. Tıpkı, katilin maktul kadar masum olması misali. Sahi tüm bu yaşananların maksadı, kıymeti neydi. Nihayeti olana değer atfetmek nemene gafletti.
Belki mutlak son, gafletin nihayete ermesi demekti. Kimsenin kimseyle paylaşamayacağı sırra ermesi…
Son sözü kim işitti?
Ali Akçakaya