Ufuktaki Allık
Böyle hayal etmemiştim oysa. Böyle olacağına inanmamıştım. Bilerek, isteyerek eridim gittim. Anlamını onlar yitirmedi, ben yitirdim. Sıraya girince avanta kapmaya, sıradanlaştım. Sıram geldi sıramı da savdım. Şimdi kalabalık içinde bir hiçim. Kaygılarım yoldan geçenlerinkiyle aynı. Akşam aynı sıkıntıları düşünüyorum, herkes gibi. Korkularım suret değiştirdi.
Yaş kemale erince, dünyalık başımı döndürmeyecekti güya, gittikçe hamladım. Payıma düşeni hiç ettikçe, esiri oldum rafların, reklamların. Buradayım demenin en yavan haliydi, fani ihtiraslarım. Elde etmek için didişdiklerim, didindiklerim en bayağı adamınki ile aynıydı. Kendime ihanet etmiştim. Çok yaklaşmıştım halbuki, şimdi bir o kadar uzağım.
Hesaplarım değişti. Yarına dair fikrim, hissiyatım… Tereddütlerim bir köpeğinkinden daha asil değildi. Sus payını alınca ağzımın suyu aktı, o bir yudum su boğazıma yapıştı, boğuldum. Özden geçtim yani, ona yabancılaştım. Meramımı teraziye koyunca utandım, ağırlığını yitirmişti. İnsan kendisine bu kötülüğü nasıl reva görebilir ki! Yazık ettik, olan oldu, cevherin kalbi pas tuttu.
Şimdi uyanmalar, uyumalar hep aynılık içinde. Çağın vasatı olmak kaderine boyun eğdikçe, zelil olduk, pul olduk, piksellere bölündük. Manasını yitirince, maddesinde mana aramaya koyulduk. Hayır diye itiraz edelim istedikçe, bir hedef koydular önümüze ve o hedefe giden ağır engeller. O engelleri aşalım diye uğraşırken, muhakeme yeteneğimizi yitirdik. Amacın bu kadar bayağı olduğunu unuttuk. Bayağı davaların en hararetli savunucuları olmuştuk. Yazık ettik, yazıklar olduk.
Serseri bir mayın infilak ederken, hedefe kilitlenen bir ok bunuyordu, daha henüz tazeydi halbuki. Adresini yitirmiş bir kurşun beyhude hisler içinde ilerliyordu, maksat hasıl olsun isterken, insan yine her zamanki gibi maksadını aşıyordu. Bunu görmeyecek kadar sarhoştuk dünyaya, yaşamaya bağımlı halde sürünüyorduk oysa. Nefes alıp vermenin kendisine kutsiyet affedecek kadar gafil olduğumuz gerçeğine, yüz çevirmiştik. Yüzümüzü cambaza dönmüştük de, o da canımızı tersten okuyordu.
Vaktini beklemenin acizliği içindeydik. Bizi oyalıyorlardı. İpi, darı, ağacı hazırlıyorlardı sahnenin arka tarafında. Biz sahneyi iyi gören bir yerde bekliyorduk ama kimseden ses çıkmıyordu, belki kimsecikler yoktu. Sahne karanlık içindeydi, salonun ağır ışıkları üstümüze düşüyordu. Aydınlık kesiyordu kuytu yerlerimizi, hayallerimiz yaşadıklarımıza abanıyor, olmuş olanın da olmamış olandan farkı olmadığını yineliyordu.
Tüm bildiklerimizi unutmuş da, unuttuklarımızdan mesul tutulmuştuk. Şimdi yazgımızda yazılanlara boş boş bakıyorduk. Saat sabaha geliyordu, garbın afakı kızıla çalıyordu.
Ali Akçakaya