Nerede Kalmıştık
Zafere az kalmıştı, nidasını bile atmıştık. Sevincimiz cehaletimizdendi, cennetimizi üç günümüze sığdırmaya razı gelmiştik de, ilk iki günü bile, cehennemi mumla arattı bize. Üçüncü güne gücenmiş ama sırt çevirememiştik. Zira elde bir o kalmıştı, vazgeçemezdik. Vazgeçsek de, geçmesek de bir şekilde gelip geçeceğini bile bile, gönül vermiştik işte. Gönlümüzden geleni ardımıza koymamıştık.
Gücendik zayıflara, yenilmiş sayıldık safına katıldıklarımıza. Bizim ağzımıza bir parça bal çalıp arı kovanlarını yağmaladılar, izledik. Acı olanı, bize onları alkışlamak düştü. Temizdik ama onları gözümüzde büyüttükçe, kirlenmiştik. Sevgilerimiz nefret giyindi zamanla, meşruiyetini de seni de yitirdik. Saflığını, temizliğini kaybedeli beri, bizlere de geçmiş oldu, hevaları, hevesleri dünyalıkların… Ne gereği var diyenlere türlü türlü bahaneler uydurduk, önce biz inandık, onları da kandırdık. Elimize ne geçti diyecek olanlara söyleyecek iki çift lafımız vardı da, birini bir türlü hatırlayamadık.
Sonrası da vardı tabi ama aynı nakarata takılıp kaldık. Mantıklı cümlelerden nefret ediyorduk. Aklı başında olanları hayatımızdan çıkarıp, iki karışlık aklımızı alan ahmakların mezcupluklarına makul izahatlar uydurmaya hayatımızı adadık, “mıştık”. Allah’tan yine de yaranamadık.
O zehirli ellerini boğazımızda gezdiriyordu. Bıçağını seviyordu, keskin bakışlarını gezdiriyordu metal gövdede ( korkuyorduk ), metalin soğuğu tenimizde soğuk bir iz bırakıyordu. O izin ardından kara toprak serpiyorduk göğe. Oh ediyorlarmış yanı başımızda halimize, biz de bize ah ediyorlar sanmıştık, yine yanılmıştık. Maşuktuk güya, içi eski patiska dolu bir kuklaymışız meğer. Çocukça oyunlarda hırpalanıp bir kenara atılan kuklaların hüznünü yaşıyorduk. O anın ifadesi geliyordu aklıma, içime bir türlü sinmiyordu. O hüznün de canı cehenneme!
Doğruluyordum, camı açıp gökyüzünü buyur ediyordum içeriye. Karanlıkları buruşturup kirlilerin arasına bırakıp, kitaplarımın tozunu alıyordum. Ayraçları seviyordum, tümceleri, şiirleri… Kendimi özlemişim meğer, kendime geliyordum sonunda. Onca saçmalığı bırakıp ardımda, kendime varıyordum.
Yorgunum ama geçecek biliyorum, yokuşlar çıkacağım, güleceğim. Atlasımı çıkaracağım küflü sandıklardan, ülkeler, kıtalar beğeneceğim kendime. Çıkıp gideceğim sonra, çat kapı döneceğim yine.
Nerede, ne vakitmiş, Kime ne!
Ali Akçakaya