Sabr-ı Cemil
Yaşamamış, yaşamayacak varlıklar, hep telaş içinde, hep aceleleri var. Yetişmek zorunda oldukları aşikar. Koşuyorlar nefes nefese, içlerini kemiren sorulara cevaplar arıyorlar. Cevapları mimiklerinde, sessizliklerinde, cevapları silah olarak kullanıyorlar, hepsi yaralanmış, en fazla üç gün daha yaşarlar.
Sabahları zifiri karanlıkları yarıp cehennemlerine gidiyor, yüzlerini otobüslerin tutmaçlarına asıyorlar. Hayat pahasına hayatlarını harcıyorlar, hesapta büyük bir boşluk var, onu da imanları ile dolduruyorlar. Ölmüşler de selalarını dinlemek için gömülmeyi bekliyorlar.
Korkuları çok büyük, kaybetmekten çok korkuyorlar, ki kaybedecek neleri olduğunu kendileri de bilmiyorlar. Tehditlerden yılmış çoğu, sırf var kalmak için yaşamaktan feragat etmiş zavallılar. Düşmanlarını evlerinin baş köşesine buyur edip önünde diz çöküp oturmuşlar, huşu içinde cellatlarını dinliyorlar. Şükür Allahlarına canları sağ, başlarını sokacak bir evleri var. Dualar ediyorlar hep, başlarına bir felaket gelmesin diye, geliyor tabi, gelince de birbirlerine sabrı tavsiye edip, o zor günü de geride bırakıp daha zor günlere demir alıyorlar.
Erken yaşta evlenip çoluk çocuğa karışıyorlar. Bilmedikleri hayatları ekranlardan izleyip imrenmeyi bile akıl etmiyor, kendilerini sefalete layık görüp, onları sefalete mahkum edenlere toz kondurmuyorlar. Arada birilerinin gözü açılıyor tabi, onlar da kazıklarını atıp ekranın öpür tarafından eşe, dosta yardım elini uzatıyor, ah ne yüce gönüllü insanlar var.
Ne çare, elden ne gelir, kaderin de bir planı var, ahali kaderine terk edilmiş, bu kafayla o kaderin de beterine mahkumlar. Kederleri, kaderleri üst üste, kaderin üstünde bir kader var, üf diyince yerle bir olmuşsa bunda kimin, ne kabahati var. Gücü eline geçiren kimse hak vermiş, hakkını ona helal etmişler yani. Sonra makul şüphelinin peşine takılmış, suçluyu arıyorlar, en büyük suçlu masumlar.
Günün sonuda olay tatlıya bağlanıyor tabi. Sonra kaldıkları yerden, sütten çıkmış ak kaşıklarıyla yumuluyorlar halil ibrahim sofrasına. Ortadaki tencerenin dibini sıyırmışlar çoktan, tencere boş artık en azından onu biliyorlar. Efendilerinin gönlü razı gelir mi, bir emirle kazanlar kaynatılıyor. Kepçeyle aldıklarını kaşıkla geri veriyor tuzu su görmemişler, onlar da sonradan gördükleri kadarını yaşıyorlar.
Başlarından bela eksik olmuyor ama Allah sabredenlerin yanında, buna da şükür diyip sabrediyorlar. Sabırsızlar kaldığı yerden devam ediyor çalıp oynamaya, ne de olsa üç günlük dünya…
Ali Akçakaya