O adamın mektubu
Bir gün benden vazgeçersen, ben de geçeceğim senden. Bir gün dehlizlerimden çıkıp gidersen, ben de çoktan terketmiş olacağım seni. Bir gün dil dökmekten usanırsam şayet, bana bakarken içimde kök salmış seni göstermekten bıkmışım demek ki.
Kimsenin ben olamayacağını unuttuğun vakit, ben de senin olmadığın resimlere bakıp tebessüm edeceğim. Derinimi bilen sen, hayata nasıl direndiğimi bir kenara itip, beni sıradanların sofrasına buyur ettiğinde, gelmeyeceğim. Merhametimi bilen kadın; dizimde, kucağımda, kanımda büyüttüm ben seni. Bir gün bana bakıp kendini görmezsen şayet, gözlerindeki karanlık boşluğa bırakacağım kendimi.
Gurur, kibir bilmiyorsam sana, en çıplak hallerimle geldiğimdendir. Avuçlarını öperken dudaklarımın kuruluğunu yüreğindeki ateşle okşadığın sürece sen, üç günlük dünyanın üçüncü günü de olsa, o ateşle saracağım seni yine usanmadan. Yine yakacağım, kavuracağım etini ruhumda. Kokunu süreceğim şakaklarımdaki aklara, çocuklarımızı alıp yürüyeceğiz kalabalıkları yara yara. Parklara, bulvarlara gideceğiz, çiçekler toplayacağız, kıyamete çeyrek kala.
İşte kadınım sen, işte senin yaban atın, delin, yüreği akça atan adamın işte. Çağın dışında yol yürüyen, eli ekmek ve kalem tutan, düşünen, düşleyen, soran. Sana şiirler, yazılar yazan, senin resmini çizen harflerle… Sana gelecek zaman kipleriyle bakan adam, omuzundaki meleğe senin adını veren, sevdiğin, kendinde bulduğun, seninle sen olan, yarın, yarının, olmazsa olmazın. Varsın olmasın desen eksik kalacağın, bir ömür seninle gelecek eksik yanın.
Evine ekmek, tuz alacak adamın. Çayın altını kapatıp çocukların üstünü örtecek, seni sarıp uzun kollarına, kulağına yangınlar fısıldayanın. Sabahın, akşamın, ömrün, anın, anların, her yanın…
İşte ben o adamım…
Ali Akçakaya