Ömür Dünya

Hüznüme öfkeler iliştirmişim.

Resimleri kararken gölgenin peşine düşmüşüm kimse uyandırmamış, kan ter içindeymişim de kimmişim. Haritalarımı yakarken dumanına ülkeler, diller, anılar serpilmiş, hepsinden geçmişim.

Nerelerden gelmişim de, nelerden geçmişim sana. Kente lanetin çökmüş, bahara bir şey kalmamış, piknik sepetime iki çatal bir bulut koymuşum. Ağaçların gölgesine asmışım anılarımı, iyi bir adamın kötüyle olan imtihanını… Hep bırakmışlar en iyi olduğum derslerden, inat etmişim iyisine, kapısını çalmışım, tanrısı açmış, buyur etmiş.

Olana hayırlar biçmişim, dar gelmiş kefenler ömrüme, toprağını elimle kazmışım, zeytin dalları iliştirmişim saçlarına, rengi cılız siyahına… Kavganı koymuşum yanına, ateşimi vermişim, külümü sürmüşüm alnına. Ne olmuş yani yolumdan geçtiyse yazgın, ne olmuş canımı okuyup yanlış anlamışlarsa. Koluma kanadıma muştularını bağlamışlar, uç demişler demir parmaklıkları açıp, uçtuğumu sanmışım, düşermişim meğer. Dünyanın bilmem kaçıncı günüymüş, kaç gün geçmiş üstünden, hesabını tutmaktan acizmişim.

İyi bir sabaha uyanırım diye uykulara dalmışım. Sabahı ararken mumları da hiç etmişim. Doğunun sert yokuşları güneşlerime yol vermemiş, o en uzun geceler de geçmiş sonra, ama onlar da kızgınmış sana. Dilimin dizginlerine asılmışım, sert sözcüklerimi yüreğimin balçığına banmışım. Sükutuma delilerimi davet etmiş, her kuytuya çığlıklarımı, imdatlarımı bırakıp kaçmışım.  Kimseciklerin olmadığı meskun mahallere gidip feryad etmişim kimselere. Adını anmışlar, çiçekler bırakmış banklara, duraklara, vapurların açık alanlarına.

Bir otel odası kasveti çökmüş üzerime, kadehlere buğular bırakmışım, ince ve çirkin dudaklarımın kurak izini… Birikmiş kitaplar ve iş güç arasında, kendi yasımı tutmuşum histerik kahkahalarla. Kravatlarımı ütülemişim sonra, ceketlerime mendiller iliştirmişim, kokular sürmüşüm boynuma. Ruj lekesi bulaşmış parmak uçlarını takip edip, ruhumu üflemişim vücuduna.

Çığ olmuşum çığlıklarınla büyümüşüm, dehlizlerinde yankılar bırakarak. Nehirler olmuş dökülmüşüm çorağına.

Diz kapaklarından öperken uyundırmışlar, güzel bir bahar sabahıymış, ne olsun daha.

Ali Akçakaya

O masallara karnımız aç

Korkularımla yüzleşmemiştim daha, çok erkendi. Kayıp verdiklerimi gömemedim bile, gülüşleri ellerimdeydi. Ağaçlarım kurumuş, mevsimlerim geçip gitmiş, bilemedim. Gurbetler biriktirdim solgun ve yaslı, sana ne söylesem manasızdı. Hangisinden başlayayım ki, hangi birini anlatayım sana. Pencerenin karanlığa bakan yamacına baksana, beni an sonra, büyüt zihninde, bir yerlere koy yüksekçe, bırak ve canımı yak.

Çocuklar ölüyor şimdi, az ötende, küçükler daha. Dertleri başlarından aşkın insanlar, yaşama telaşında. Var olmak bu kadar çetin değildi sanki. Bu denli yormuyordu takvimler eskiden, zaman geçiyordu bir çırpıda. Göçüklerindeyim de, ölmedim daha, sesleniyorum sesimi bastırıyorlar, omuzlarımda ağırlıklar, dünyayı sırtlamışım da kimin umrunda. Helalinden olsun diye düşen payımıza, çok hırpalandık gibi, sahi değdi mi!

Bugün o caddeden yürüdüm, o sokağa döndüm sonra, oradan geçtim, aklından geçtim bir ara, her yerde bir kavga, ben de bir parça aldım payıma, çayımı içtim, ne yana dönsem o sima, o çehre, o dilemma… Zihnin ellerimde şekiller veriyorum ona, dualar okuyorum, ağıtlar yakmıştım sana. Gökyüzüne bakarken ayağım kaydı, kanadıma takıldı dünya…

Kimsenin bilmediği mutluluklar vardır, el değmemiş, keşfedilmemiş, onlardan derdim sana. Günün arka bahçesinde salıncaklar kurdum, telaşların uzağında, renklere can verdim, hepsini sana… Bakışlarını ablukaya aldılar, nazarına dokundular dedim sana, kurşunlar döktüm, karanlıklar bağladım, sen hala anlamadın. Benim en çocuk, benim iflah olmaz yanım, sokul yamacıma.

Antlar iç, yeminler et, günahlar çıkar, tövbelerinden getir bana. Bir daha de, asla de, yok de inandır beni, kandır beni, attalara götür, masallar anlat, kabuslarından uyandır…

Ali Akçakaya

Sarpa Saran Zaman

Bir yolunu buluyorum oraya varmanın. Yolum nereden geçerse geçsin bir bakıyorum, oradayım. Yine etrafta kimse yok, yine başbaşayım.

Canım sıkılmış, bir şeylerin üstesinden gelmişim, düşmemişim, yılmamışım, yolun yarısına gelmişim de diğer yarısına sınırlar germişim. Aldatılmışım meğer haberim olmamış, yarımı koparıp almışlar, eksikliğini hissettiğim ne varsa koparmışlar zorla. Aklım ermemiş olanlara, okuduklarımı yırtıp atmışım, anılar biriktirmiştim, şimdi hepsine yabancıyım. Olay örgüsünden koparmışlar beni, rolümü çalmışlar, kapımın önünde günü geçmiş gazeteler, isimsiz şiirler… Bırakıp kaçmış birileri, kaçanları tanıyormuşum ama isimlerini vermemişim kimseye. Baş sayfada gözlerine siyah bant çekilmiş bir kadın, göz göze gelmişim, korku ile cesaret arasında, talihsiz bir arafta. Satır aralarına adını yazmışlar, beni hüzünler basmış. Keramet sende sanmışsın, gülmüşüm, acımışım… Yalanlar söylemişim yok yere, verdiğim sözleri tutmaya çalışırken kayıp düşmüşüm de, yüzüstü bırakmış, üzerime basıp geçmişsin yine.

Sonra çekmeceleri karıştırken bilmem kaç yıl öncesine ait bir uçak biletine gözüm çarpmış. Sen daha küçükken hani, bilmem hangi kıtadayım, bilmem kaç yaşındayım o vakit, kim bilir kaç gün kalmışım orada. Ölmüş ölmüş dirilmişim, ölülerin günahını da yazmışlar bana. Ben yine bildiğimi okumuşum, günahmış o da. Defterim kabarmış, dürecekler de sıram gelmemiş daha.

Sonra sabah olmuş, hoca ezan okumayı unutmuş, millet namazını kılmamış, duasını etmemiş, oh olmuş. O sabah kimse kimsenin selamını almamış elbette, insanların yüzü sirke satarmış. Tam da öyle bir günde, hayalini görmüşüm, bir yolunu bulup kabusa çevirmişsin yine. Ben başımı alıp gitmişim, bir yere varacak olmuşum, telefonum çalmış da geri dönmüşüm sonra, döndüğüme lanet etmişim, gitmeye mecalim de kalmamış, kalakalmışım olduğum yerde.

Çaresizliği bildiğimden çareleri elimin tersi ile itmişim, acil şifalara muhtaçken hem de. Ne olacaksa olsun diyerek meydan okumuşum da, kimse yokmuş karşımda. Kimsenin olmadığı meydanlarda nutuk atmışım, kimsenin haberi olmayan zaferlere sevinmişim, kazanmıştım güya, öyle sanmışım. Sandığımdaki beyaz bayraklara kan sıçramış da kurumuş bile. Göklerime germişim lekeli beyaz bayrakları, hangi savaştan çıkmışım da kime mağlup olmuşum. Teslim olmuşum da ceplerimdeki cephaneliklerin hesabını veremedim diye canımı okumuşlar.

Hangi dilde ağlamışım, kime ağıtlar yakmışım, hangi sözü boşa tutmuşum onca zaman. Haliyle geç kalmışım, boşa beklemişim ayazda, uzadıkça sarpa sarmış, yol vermişim, ah almışım.

Yoluma yordamıma enkazlarını yığmışlar, geçit vermemişler, zorla almışım…

Ali Akçakaya