O masallara karnımız aç
Korkularımla yüzleşmemiştim daha, çok erkendi. Kayıp verdiklerimi gömemedim bile, gülüşleri ellerimdeydi. Ağaçlarım kurumuş, mevsimlerim geçip gitmiş, bilemedim. Gurbetler biriktirdim solgun ve yaslı, sana ne söylesem manasızdı. Hangisinden başlayayım ki, hangi birini anlatayım sana. Pencerenin karanlığa bakan yamacına baksana, beni an sonra, büyüt zihninde, bir yerlere koy yüksekçe, bırak ve canımı yak.
Çocuklar ölüyor şimdi, az ötende, küçükler daha. Dertleri başlarından aşkın insanlar, yaşama telaşında. Var olmak bu kadar çetin değildi sanki. Bu denli yormuyordu takvimler eskiden, zaman geçiyordu bir çırpıda. Göçüklerindeyim de, ölmedim daha, sesleniyorum sesimi bastırıyorlar, omuzlarımda ağırlıklar, dünyayı sırtlamışım da kimin umrunda. Helalinden olsun diye düşen payımıza, çok hırpalandık gibi, sahi değdi mi!
Bugün o caddeden yürüdüm, o sokağa döndüm sonra, oradan geçtim, aklından geçtim bir ara, her yerde bir kavga, ben de bir parça aldım payıma, çayımı içtim, ne yana dönsem o sima, o çehre, o dilemma… Zihnin ellerimde şekiller veriyorum ona, dualar okuyorum, ağıtlar yakmıştım sana. Gökyüzüne bakarken ayağım kaydı, kanadıma takıldı dünya…
Kimsenin bilmediği mutluluklar vardır, el değmemiş, keşfedilmemiş, onlardan derdim sana. Günün arka bahçesinde salıncaklar kurdum, telaşların uzağında, renklere can verdim, hepsini sana… Bakışlarını ablukaya aldılar, nazarına dokundular dedim sana, kurşunlar döktüm, karanlıklar bağladım, sen hala anlamadın. Benim en çocuk, benim iflah olmaz yanım, sokul yamacıma.
Antlar iç, yeminler et, günahlar çıkar, tövbelerinden getir bana. Bir daha de, asla de, yok de inandır beni, kandır beni, attalara götür, masallar anlat, kabuslarından uyandır…
Ali Akçakaya