Sayıklamalar
Otobüs duraklarına gittim. Gelip geçenlere bakakaldım. Bir akşam vakti, üst geçidin orada durdum, bu sefer sustum orada. Boğazlardan aktım, sulara kirlendim, bir kedi geldi tünedi kucağıma, başını okşadım. Bir şey düşünmedim, aklımdan bir şey geçmedi. Amcam öleli 20 yıl olmuş, zamanın zarafeti.
Kitapları ittim kenara, notlara bakmadım hala. Üzgün müyüm, pekala. Bu vasatlığın ortasında, sıramı savamadım ya, onun da zamanı var gelir belki. İşler güçler bitmedi gitti, daha iyisini giymek, alasını yemek için mi? Peki! İyilik güzellik olsun dedik diye mi? Kursağımızda yaldızlı lokmalar, yüksek ökçeli egolar, başımız göğe de ermedi. Eremedik gitti. Neticenin hüsranına gelinlikler giydirip mürvetlerine ağıtlar yaktık. Lakin o canlar hala burnumuzda “tütüyor”. Biz kimiz ki, kimliksiz serseri! Bunalımın hüviyetini asıp boynumuza, yolladılar göklerin voltasına, kuşların arasından karalara nazar ederken, o şimdi orada dediğimiz kim varsa, vakti zamanı gelince çekip gitti. Bize düşenin hükmüne yok dedik de, noksanımıza makyajlar yapanlara sus payımızı veremedik. Onlar bir yolunu bulup ağzımızın payını vermişti.
Sonra ne mi oldu. Biletler aldım, pasaportlar, kırmızı ışıklarda dalgınlıkla yollara koyuldum, korna sesleri, küfürler, karşılar, kapalı çarşılar, kazaya bıraktığım namazlar. Benden de geçti sonunda, o da oldu, benden de geçti, cesaretsizlik değil de ne gerek var diyecek kadar tutarsız bir vazgeçmişlik, ya da dillendirmeyeceğim kadar kutsal, ya da batılların baltasındaki nazar. Ne olacaktı ki? Ne yapsan yap, herkesle aynı mahşerde haşrolacaksın ya, ondan belki. Çok da gereği yokmuş yani. Boşa bunca tantana, şatafat falan filan, ne bileyim işte. Belki çoğu şey gibi öylesine. Hadi canım sen de, yaz da geldi, bu kaçıncı yaz, kazlar ve dağlar arasında sevişeli. Barutun ateşle imtahanında aldığım zayıf nokta, hatırlamıyorum şimdi hangi cümlenin sonunda!
Ne mi oldu da yazayım dedim. Bilmem, belki bu kentin havasındaki paydan bana düşen nefes gibi gelgitli bir his. Ya da hep gellerinde yakalandığım manzaralar, yakamozlarımı boğazladılar. Ellerine ay bulaştı, bütün olanlardan onlar sorumlular. Bir çay söyle de içelim, ya da boşver ben geçeyim, biraz yürüsem iyi gelecek. Hadi bakalım öyle olsun, şu hangi adaydı bildin mi, hangisi sağdan ikinci mi, o o, bilmiyorum ki. Çok yürüdük bugün, çok yürüyünce insanın aklına ne gelir ki. Şuradan bir su alayım boğazım kurudu. Adaya bir vapur yanaşıyor. En son ne zaman gittin oraya? Sana ne, boşversene. Sen boşverebildin mi peki!
Bir dilemma, bir araf, ellerim ceplerimde, odunumu sırtladım, al getirdim sana, ateşini harlayacak kadar güçlü nefesimi. Dokun ona, yan, külünü savur yatağıma!
Ali Akçakaya