Yazgıya Susamışlık
Kötü zamanlarımın yanına kar kaldı yaşlandıklarım. Hep oluruna gidince oldurmayacaktı haliyle, boşuna konuşmayın farkındayım. Yokuşlara sürecekti çıkar yolunu bile bile, yorgun düşecektim de, kime ne. Kendini kaybedince insan başkasını nasıl bulabilirdi ki hayatta, bir delinin günlüğündeki kötü adamın kederi kalmıştı elde, onun da tarihi geçmişti belki de.
İflah olmaz, dikiş tutmaz hikayelere müsebbib gerekince, gözün üstündeki kaş çuvaldız gibi batar gözü dönmüşe. Hâlbuki gözü karalık ile gözü dönmüşlük arasındaki boşlukta bir sarkacın pamuk ipliğine bağlanmış bir geleceğe ancak karalar bağlayacaktı, o da üç beş güne…
Akıl almaz sahnelere başrol olunca akıllanırsın diye umut etmiştik de, sen iflahın kesilinceye kadar iflah olmayacağını bile bile, ayıkladın her pirincin taşını. Ayıkladığın taşlarla seni taşladı tanrı, ki elindeki taşları hışımla sana fırlatan tanrın değil çaresizce yalvardığın aciz putlarındı, onlar da ancak sen ol dediğin için vardı.
İpini çekmediğin göklerlerde uçurtmanın kanadı kırıldı. Böylesi daha iyi dediğin ne varsa aleyhinde şahadet verince, bir uğrayıverdin hayallerin kırık dökük halvetine. Acıya el yazınla yazgın karaladı. Haritalara olan zaafına anlamlar yüklemiştin de, bu kimin umrundaydı.
Tarihin küflü sayfalarına küfürlü şarkılar mırıldan, güftene geniş zamanlar iliştir ama ne çare, tüm devalar eldeki kaygılar. Bir sevginin, bir özlemin ertesi yıllar, yanlış kararlar, sonsuz savaşlar. Yüzü gülse yüzünde çiçekler açar da, onu da hasat eder tüccarlar, aklı beş karış havada komşular, kaderini onsuzluğa zorlar.
Ateşinde sus payı düşer sana, yazgında susuzluklar…
Ali Akçakaya