Sınıfın En Uslu Akşamı 

Ellerime parçaladığım kafeslerin telleri bulaştı, acıdım sana. Kaç roman kahramanı katlettim, hepsi ağır bende, hepsi can verdi kanlı ellerimde.

Ölmesine göz yummadiğım çiceklerin suyunda boğuldum, renklerine kanıp dikenlerine kanadım ama bir türlü köklerinden söküp atamadım, boğazıma yapışan zehirli sarmaşığa en güzel bağlarımı açmıştım oysa. O tüm reklerimi ablukaya alsa da, tatmin olmayan bir hırsla yağmaladı bağımı, bahçemi, ona hevesimi. Yaşamayı, var olmayı deva sandığımdan, doğum günlerimden çok yaşadım, ama aklımın bir karışında boyumun ölçüsünü haddimden fazlasıyla aldım.

Gittiğimden fazla döndüğüm yollarda iflah olmaz gölgelerin lekelerine raslamıştım hatırla, bir umudun tavafında, olduğumdan az aldığından fazla. Döndükçe geriye dünü gördüm, kabusun dibini sıyırdım, hâlbuki yarına açtım, şükürler olsun ki artık tüm kapıları açtım. Delilerin düğününde mendil salladım, halaylara baş olup yoldan çıkardım yazgıyı, kaderi, alındaki kederi.

Kendi ellerimle ördüğüm duvarların içine dert oldum, içinden çıkmaya çalıştıkça daha da çok kayboldum, şimdi seslere tanık, kanıtlara sanık arıyorum. Mübaşirlere müebbetler sarıyorum, zincirlerimin kırıklarına bakıp alay ediyorlar benimle, alayınıza postalar koyuyorum, yenilgilerime hükmüm geçmediğinden, hükmen diyorum tüm mağlubiyetlerime.

Ağlama duvarına gülen çocuklar çiziyorum bir kara cuma ertesinde, hepsi ölümle aşık atıyor, çocukluk hayaliyle. Bize yakışanı yapıyorum, onlar için gülücükler dağıtıyorum kent sakinlerine. Ağzımızın tadı kaçmasın diye katillerin dağıttığı şekerleri yalıyorum kafeteryalarda. Dilimde buruk ve paslı bir tat…

Varlık sancısından payım kadarını alıp ben de geçmiş oluyorum senden, zorla vazgeçiriliyorum besbelli, ki yaşadıklarım aklı evvelimden sarkan kirli bir bohçaya gizli. Ötesine sakladıklarım kokmuş sararmış, rutubeti nemli gözlerimde adam olmaz bir kargaşaya ait son hatıra. İşte o zamanlarda izine rastlamadığım mevzilere çiçekler, renkler bırakıp karalarını boynuma bağlamışım ama kahrına kanmamışım yine de ecelallah.

Sen beni sınayacak sınavlara bel bağlayadur, sesim soluğum artık sana yasak elma, cennetimden kovduğum Havva. Ademim ben, tüm günahlarını yükle sırtıma, kaldığım sınıfları ateşe verdim çoktan, amel defterimde izmarit kokusu ama yok kaybetmenin korkusu.

Ali Akçakaya 

Sukutu Hayat

Coşkusunu kaybetmiş bir gerçekliğin içinde yuvarlanıyorken düşüncelere dalıp vurgun yemek, hayret halinde. Sebepler ararken harıl harıl, yok yere selalara çarpıp kulaklarını mühürlerken ötesine, tenekelerin tıngırtısına kurban gitmek, sefalete muhtaç halde.

Oysa varlığa biçilen mintan en afilisinden, en beyazından göğün. Bu kasvete, bu hengameye bakma sen, saçını tara, en güzel kokularından sür, çağın çarmığında göğe yüksel ve oradan çakıl yere, zerrelerine rastlanmasın eve dönüş yollarında, o yıllarında.

Sonra bir neden isteyecekler senden, umdukları karanlığı ver onlara. Işıklarını yak onlardan uzak, ırak memleketlerde bahara inat kendine erbainler beğen, bağrı açık ve yanık dolaşacak. İçini titreten heyecanın hükmü düşünce kanun hükmünde kararnamelerle, ben ne yaşadım diyeceksin, ama sualler bir lâla sorulmuş olacak.

Her şey sadece yaşamış olmak için miydi? Yoldan geçerken yola yüklediğin mananın derinliği asfaltın altında eriyen ruhların azabıydı belki. İniltilere inat keyfine baka baka yoluna koyulmuşken ayağına taktığın prangaların çürüdüğü güne kadar, kadehinin imbiğinden damıttığın hayatı bir kenara bırak da izle olanı, olduğun kadarını.

Hayvanlar aleminde elalem ne der diye kuyruğu yanmış it gibi dolanıyorken biçare. Sahnede ayağı kaymış, repliği boğazına yapışmış halde, bir can havlinde yani, perdelerin kapanmasını beklerken aklından geçenlere iç geçirip diş geçiremiyorken, yaşamak mı diyordun sahiden bu oldu bittiye. Defterini düren meleklerin mürekkebi kuruyuncaya kadar cürmünü yazdığı defterin sararmış yapraklarındaki hüzne kim aşina olacak ki bu devirde. Para etmeyen meziyetlerin alıcısı da senin gibi ahmaklardı sadece, onlar da kursaklarından geçen lokmaya secde edecek halde, nefislerine uyacakları günahların uğramadığı semtlerin cami avlularında tanrıya dileniyorlar ne çare.

Dualar ediliyordu uzun uzun, içte kalan uhdeler dillerden dillere destan olmuştu çoktan. Herkes masum bir hayret ve tarihi geçmiş gayretlerin kokuşmuş teriyle, tek yürek olup boşluğa çarpıp çarpıp yok oluyordu, her şey mi göz göre göre. Buna zorundalardı, ellerinden başka türlüsünü almışlardı çoktan, onlar da ellerinden geleni ardına koymuyordu, hepsi bu.

Günün sonunda tüm yollar o boşlukta sükun buluyordu da, öncesinde olan biten aşkına biteviye çırpınıyordu, acz ve gaflet halinde ademin üvey oğlu.

 

Ali Akçakaya