Ali Akçakaya
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
  • Click to open the search input field Click to open the search input field Ara
  • Menu Menu

Archiv für die Kategorie: Seçme Denemeler

Buradasınız: Anasayfa1 / Edebiyat Seçkisi2 / Seçme Denemeler

Çünkü

27 Aralık 2020/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Çirkin sözler de işittim tabi. Kirli zihinlerden dile damağa katran aktı. Hece hece, sözcük sözcük döküldü ağızlardan. Utandım başımı önüme eğdim. Zaman mevsimleri yara yara akıp gidiyordu. Bu suskunluk, bu sükut telaşa gerek yok der gibiydi. Çitlerde kurumuş bahar çiçekleri, balkonlarda üşüyen saksı bitkileri… Bu ölgünlük, bu çorak noel geceleri, adresini şaşırmış gökyüzü, bize ne anlatıyor sanki. Yine her zamanki gibi ansızın olacak her şey. Ya da olması gerektiği gibi.

Sabah uyanmanın garantisi… Herkeslerin yollara düşüp mana aradığı bir dünyada, bu telaşlı ve uykulu yüzler ete kemiğe bürünmüş betimlemeler. Ekmek, aşk ve kavga, bitmeyen çıkar münasebetleri, sahte tebessümler ve kravatlar, işe gidiyor adamlar. Kafalarda sorular, hesaplar, planlar ve mış gibi pozlar, bırak da adam sansınlar.

Perdeye gölgesi düşen dutun kurumuş yapraklarına ilişiyor gözüm, sokak lambaları hala cayır cayır yanıyor. Bir saat daha uyusaydım diyen insanlar, uykulu gözlerle daha güzel bir yaşam için yine bir şeylerden feragat ediyor. Herkes elindekini sıkı sıkı tutuyor da, gözleri başkasının lokmasında, şehvetle yutkunuyorlar. Arzuları onlara yalanlar söyletiyor, şahit oluyorum. Gözüme baka baka yalan söylüyorlar, demek ki menfaatleri var. Demek ki yetmiyor insana. Dahası da yetmeyecek ama.

Yürüyorum, nemli asfalt bir yoldan hafif rampa, amaçsızca sokaklara dönüyorum, bir labirentte kendimi, belki seni ararcasına. Bir aidiyeti terk etmiş de başkasına da razı gelmemiş gibi. Deniz belirince huzur doluyor içime. Varmış olmanın saadetini yaşıyorum. Güneş hafif hafif omuzlarıma düşüyor. Çocuklar oyun parklarında, annelerin bir gözü hep onlarda. Sokak kedileri su içiyor, köpekler amaçsızca yürüyor, kendimi görüyorum her yansıda.

Yanımdan telaşla geçenler oluyor. hararetli hararetli konuşmalar arasında küfürler işitiyorum. Kızgınlıklar, kırgınlıklar seslere tutunup göğe uzanıyor. Aylak aylak geçiyorum yanlarından, amaçsızca yürüyorum hala. Ayaklarım ezbere yürüyor, nereye varacağından emin günün sonunda. Adamlar, kadınlar ve çocuk… Hepsi, herkes kendi hayatına dönüyor akşam olunca. Gündüz uğraşlar gece de devam ediyor, ışıklar hep yanmak zorunda sanki. Karanlık ve korkaklık kol kola yürüyor, siniyor içte bir yere insan ve koku. Çürüdükçe burunda küflü bir iz bırakıyor

Onun izini sürüyor insan bu çorak toprağa, demek ki yaşıyoruz hala.

Ali Akçakaya

Renklerötesi

02 Mayıs 2020/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Sabah olunca hani, gözlerin ışıkla ilk buluşması kadar saçma bir döngüde, olduğu yerde dönen bir kaseti geriye sarıyorum. Sesimi duyuyorum, ettiğimin yankısını içime döküp tavana bakıyorum öylece. Biri uyan dese keşke. Biri geç oldu hadi dese. Bir şeylere geç kalıyormuşcasına telaşla uyansam.

Soğuk suyu yüzüme vurup, ıslak ve nemli aynadaki eskiyen yüzümde gözlerimi ararken ezan sesiyle bir düşü geride bıraksam. Toplu taşımalarda, tekil yaşamlara karışıp da el sürmeden o hayata, yaşamış olsam bir oldu bittide, ne çıkar.

İnsan yüzleri yapboz parçaları gibi, sanki hepsi büyük bir manzaranın bana düşen küçük kırıntıları. Hepsinden biraz biraz katıp kendime, kağıttan kadehime döküp içimi hoş eden bir esrikliğe kulaç atıyorum. Sulardaki yarıklar batıyor tenime. Senden geçeli çok oldu heyhat, tenime vardım, sıra onda, ondan da geçiyorum.

Söyle mutlu musun! Gaye oymuş gibi sanki. Olsan ne çıkar, sana düşen muştudan bana kaç kara haber uçurur ulaklar. Onu de bana. Onun kim olduğu haykır dikenli fısıltılar arasında. Canımı yak, kavur yavaş yavaş. İrkildikçe öbür dünyalarım, beni araflarında beklet. Ses etmeden beklerim. İçime atarım kursağımda düğümlenen edeceğime pişman olacağımdan emin olduğum kelamımı.

Şimdi yola çıkıyorum. Yanımda olsun diyeceklerimi maziye serpiştiriyorum. Onlar yarına filiz verir merak etme. Dimağımda asırlar biriktirdim onları da alıyorum. Heybemi sana bırakıyorum ama boş. Yola çıkarken hafif olmalı insan. Günün bu saatinde hala o sabah ki boşluğu görüyorum. Buğulu aynayı, yere düşen havluyu, yerinde ve hafif ıslak bir çift gözü, ki onları bir parça arkada bırakıyorum. Az buçuk herkesinkine benziyor hikayem, oraya gidiyor buraya geliyorum. Derken, o taşın yakan soğunu hissediyorum nemli tenimde. Ondan geçtiğimi sanıyordum halbuki. Yanılmışım her zaman olduğu gibi.

Manzaralar dokundukça çoğalıyor, resimler rengarenk, renkler ahenk, renkler mavi, bir parça yeşil, bir de hafif hafif esen pembeler. Masallar ülkesinde baldan akan nehirler, kadınlar, meyveler ve şarap. İnsan başka ne ister! Halbuki bunca cefayı; onlardan geçip, onları geride bırakmak için çekmemiş miydik.

Maddi olanı yıkmıştık, ki puttu o. O dünyalarda bırakmıştık onu. Camdan putları kemiriyorduk öyle mi hala? Aynı arzuyla! Bu yazgı mıydı payımıza düşen hikayenden. Halbuki oldukça sıkıcı, bir o kadar yavan.

Kendi etini arzulayan yamyamlar gibiydik dün, kendi başımızı yemiş de helak olmuştuk. Şimdi de hikayemizin sonuna pembe rüyalar kondurmuş, mışıl mışıl çürüyorduk.

Halbuki renklerin ve tatların ötesine geçmeyi ummuştuk.

Ali Akçakaya

Şeytan Minaresi

13 Nisan 2020/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Hep bir nedeni vardır derdim. Anlamasak da etmesek de, hep bir nedeni vardır hadisenin. Katil kurbandır belki, maktul kadar masum ve temizdi eli. Suçlu aramak niye, baksana azmettirici ortalıkta yok yine. Zaten suçu kimseye atamazdım ya. Kimsede kabahat bulamazdım ya haliyle.

Dimağımda mahkemeler kurardım da, neticelere varamazdım, mümkünatı yoktu. Affederdim herkesi, herkesi hadsizce bağışlardım. Bir kader cilvesi gibi gelirdi olan biten. İnsanlar neden birbirinden nefret eder anlamazdım. Savaşlar niye çıkar, insanın gözü niye dönerdi, ah bir bilsem.

Bir türlü nihayete ermezdi sualler, kafamı kemirir dururdu. Çocukluğum, ilk gençliğim ve en nihayetinde olgunluk çağım, mazide anlar ve anılar hep karmakarışık haldeydi. Günahsız bir dün ve elini kolu bağlı bir hissiyat içinde, kıvranır dururdum. Korkularımla, telaşlarımla gayet sıradan, gayet yavandım, herkes kadar olağan. Bir oldu bittiye gelecekti yaşam, ne yapsak ne etsek de kaçınılmaz bir mukadderattı bu. Alınnyazısı, her geçen gün daha da okunaklı hale gelen, yazgımızın nakşedildiği…

Sabahlar, kahvaltı sofraları, annemgil, keşke zamanı şu sofrada durdurabilecek kudretim olsaydı. O an o masada o binanın önünde öyle göz göze kalsaydık ne çıkardı. Belki o anı kaçırdık da, bizi bekleyen başka anlarda sadece iki yabancı gibi, o yoldan geçip gidecektik, öyle mi! Bu kadar manasız mıydı yaşadığımız. O halde yaşayacaklarımız da mı!

Vapurdan inip tramvaya beraberce yürüyüp gülüşmüştük. Bir tebessümü paylaştık, tazelik kokan bir ilkbahar sabahıydı. Ders araları, kantin önleri, akşamüstleri yokuş aşağı inişler denizlere. Yetişmeler ne zaman bitecek, yine geç kalmıştık gideceğimiz yere.

Büyüdük işte. Kimseye belli etmeden, kendi halimizde büyüdük bir köşede. Kilo da aldım, bugünlerde sıkkınım da, o da bende kalsın. İlk aklar düştü şakaklara, ilk kırışıklıklar göz uçlarında göverdi baksana. Zamanın gaddar gölgeleri çöreklendi göz çukurlarıma.

Onca laf, onca söz ettik, yeminler cabası. Kavgasını verdik de yok yere miydi sahi? Hep kaybettik öyle mi? Ne oldu boğazımızı kanatan zafer çığlıkları! Bu yanılgı da mı yazgıydı bize. Ettiğimiz tövbeler ulaştı mı yerine? Yoksa, günahlarımız da mı yanımıza kar kaldı!!!

Affettim o gün herkesi. Halbuki suçu kimsenin üstüne atmamıştım ki. Gerçeğin gördüğüm kadarı bile, herkesi aklamama kafi geldi. Olması gereken, olması gerektiği kronolojide vuku bulmuştu, hepsi bu.

Maktul de en az katil kadar suçluydu. Tıpkı, katilin maktul kadar masum olması misali. Sahi tüm bu yaşananların maksadı, kıymeti neydi. Nihayeti olana değer atfetmek nemene gafletti.

Belki mutlak son, gafletin nihayete ermesi demekti. Kimsenin kimseyle paylaşamayacağı sırra ermesi…

Son sözü kim işitti?

Ali Akçakaya

Köy yanarken ben

21 Ocak 2020/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Peki hiç düşündün mü seni bir o yana bir bu yana sürükleyenin ne olduğunu? Sahi ne oldu o ulvi makamlara! Hasıraltı mı edildi, yoksa son kullanma tarihi mi geçti! Ne oldu davalara, hangi celsede kalmıştık, hatırlasana.  

Bir yerden sonra insan hayret dahi edemiyor haline. Bir hengame, bir koşuşturmaca ki sorma! Peki ne uğruna, nereye varacak yolun sonu, anlatsana. Söylemeye dilin varmıyor mu, ah canım yazık sana. Kendisini kandırdıkça, başkaların yalanları da tatlı geliyor insana.

Manayı yağmalarken çağ, suni değerlerin  uğruna kan ter içinde çırpındıkça, yorgunuz ama umutlu hala. Kalemler, sözcükler, dizeler kağıttan gemilere istifliler sessiz, bizse görüntülerin tılsımına yenik ve acz içindeyiz. Bizi sahneye çıkaranların gönlü olsun diye, sırf kimsenin gönlü kalmasın diye, şekilden şekile renkten renge giriyoruz da, yine nafile. Kimseyi memnun edemiyoruz. Her zamanki gibi tümcelerin sonunda çileden çıkaran koca bir ‘ama’.

Bir yanlışın peşinde, belki de ait olmadığımız karelere kendimizi iğreti bir biçimde yamıyorken, kime ne maval anlatıyoruz. Lütfen biraz daha takdir edin, sayın, sevin diye sayın ahali! Gerçekten hepsi bunun için değil mi. Yani hiçler arasında var kalma telaşındayız, hepiniz gibi.

Sürükleniyoruz kirli bir akışın içinde. Biz olmaktan vazgeçip istediğiniz biri olmaya karar verdiğimiz gün, şahsiyetimizi de yitirdik, gözünüz aydın. Halbuki bir ağacın gölgesi, bir parça denizin esintisi hüzünlendirmeye yetiyordu bizi. Biz biz olmaktan çıktık. Bu korkular, bu histeriler bizim değil. Bu telaşa ait değiliz biz. Bu suskunluklar, bu kavgalar da bizim değil.

Dilimizi dağlamamız, gözümüzü kapamamız, nafile. Kulağımız hala işitiyor. Tüm bildiklerimize, tüm ögrendiklerimize ihanet edercesine, susmaya ant içiyoruz. Yok yok öyle büyük bir davamız da amacımız da yok.

Köy yanarken saçımızı tarıyoruz.

Ali Akçakaya

Bir arpa boyu yol almak

04 Kasım 2019/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Zamanın arka bahçesindeydim, çocukların büyümediği alemlerden sana çiçekler derdim, her birinin isimlerini yazıp kara tahtaya, tebeşir gıçırtısı özlemiyle sıraların arasından sana uzandım. Renkleri kardım, avuçlarıma mavi bulaştı. Mutluydum işte, her şey çocukça yaşanmıştı. Yani olması gerektiği gibi.

Körebeler, saklambaçlar; geç kalmadık da erken geldik galiba. Ne çara allame- i cihan olduk güya ama aleme bir mana biçemedik hala. Laf anlatamayınca kalabalığa, ruhumuza rumuzlar takıp dünyanın peşine düştük. Bir yörüngede derviş kibriyle döndük, cebimizde üç günlük yevmiye. Esrikliğimiz, dünden kalmışlığımız, bir varmış da ikinin haberi yokmuşcasına. Son şiirini çocukken yazmış bir şairin uhrevi başıboşluğuyla günaha girdik ve mağfiret dilenmedik yine de. Hangi marifetimiz iltifatınıza mahsar olmuştu ki, günahlar biçip bize, yedi katlı cehennemlere attınız acımasızca. Sırf içinizin yağları erimesin diye yanmıyorduk ateşinizde. İyileri ateşe atan firavunlar kötü de, kötüleri sonsuz cehennemlere atanların ilahlığında, biz de küçük bir kıssa çıkarmıştık kendi payımıza. Olan biten, hepsi dün ile bugün arasında. Yarına yaşanacak bir şey kalmamıştı. Ebedin hesabını da vermiştik kalu belada.

Hüznün mayhoş loşluğunda, kitaplar okurduk hatırla. Mısralardan demetler yapıp, sevdiklerimize koşardık. İçimiz yunmuştu, akça pakça kıyafetlerimizi giyinmiş, pamuk ipliğine bir ilmek daha atmıştık. Hayat memat meselesiydi sadece.

İşin ucunda ölüm yok ya! Yaşıyorduk oysa. Telaşlıydık, yine de umutlu ve kararlı. Her şey bir hiç uğruna, iki bile değil. Kendimize biçtiğimiz roller için seçtiğimiz kostümler dar gelmişti. Yine de sahnede bize düşen kelâmı hakkıyla etmiş ve sürç-i lisan ettiklerimizden  af dilemiştik sonra. Perdeler kapanınca kuliste boşluğa düşüp hayal kırıklığına uğramış, oradan da evimizin yolunu tutmuştuk. Sokaklarda telaş hala bitmemişti. Işıklar içinden geçip, siren seslerine aldırış etmeden yolumuza devam etmiştik. İki ekmek al gelirken demişti karım, sabaha bir şey kalmamıştı. İki saat sonra okula gidecekti oğlum. Okuyup büyük adam olacaktı. Diplomalar alacaktı, aşık olacaktı, düşüp sağını solunu incitecekti. Gurur duyacaktık onunla, tıpkı babamızın bizden duyduğu gibi.  Sonra onun yolu da o sahneye varacaktı, o da ona biçilen rolü layıkıyla ifa edip kulise geçecekti. Herkes gidip yalnız kalınca orada, o da o kahrolası boşluğa düşecekti.

Sonra mı? Sonra o ışıklı yoldan yürüyecekti, siren sesleri, selalar arasında; baba yadigarı hüznü yakasına iliştirip, gece yarılarında kolunun altında iki ekmek ve cebinde mısralarla  evinin yolunu tutacaktı. Karısı, ekmeği ve çocukları. O da yaşayacaktı payına düştüğü kadarını. Bir arpa boyunda, varla yok arasında ve bir varmış bir yokmuşcasına…

Oysa her şey belki bir hiç uğruna.

Ali Akçakaya

Seite 8 von 12«‹678910›»

Kategoriler

  • Düşünce Yazıları
  • Edebiyat Seçkisi
  • Fotoğraflar
  • Seçme Bilimsel Yazılar
  • Seçme Denemeler
  • Seçme Öyküler
  • Seçme Şiirler
  • Video Klipler

Etiketler

Abdülkadir Yeler Ali Akçakaya anlam Asaf Halet Çelebi Atilla İlhan Behçet Aysan Cahit Zarifoğlu Caner Taslaman Can Yücel Celal Sılay Cemal Süreya E. A. Rauter Edip Cansever Enis Batur Erci Hoffer Erdem Beyazıt Ergin Günçe Farid Farjad Gazetecilik J.L.Servan Schreiber John Tomlinson Kaos Teorisi Levni Mehmet Akif Mevlana Murat Menteş Nazım Hikmet Necip Fazıl Kısakürek Neyzen Teyfik Oktay Rifat Olcay Yazıcı Onat Kutlar Pablo Neruda Rainer Maria Rilke Rudyard Kipling Savina Yannatou Tamer Sağır Timbaland Ziyad Marar İlhan Berk İsmail Tokalat İsmail Uyaroğlu İsmet Özel Şeyh Galip Şükrü Erbaş
:: Ali Akçakaya
  • Link to Rss this site
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
Scroll to top