Ahmağın Rızası
Her şeyde bir leke gördüm. Temiz olan ne varsa, aslında kirlenmişti bile. Bir kirli el kol geziyordu. Bir kirli bakış her sokağı dolaşıyordu. Nefes alsak katran soluyorduk yok yere. Kimseye dert yanacak hal de kalmamıştı ya, hadi neyse. Herkes o derdi kendi hanesinden silip diğerine yazıyordu. O yüzden herkes kendi derdine yanıyordu üç günlük cehenneminde.
Her gün kanacağı yeni bir yalan bulma hülyasıyla kapısından çıkıp düşüyordu peşine olmazının, varolduğunu sanan ahmaklar ordusu. Herkesin olmazları vardı ve onları oldurmaya çabasına yaşamak diyordu. En akıl almaz derinlikler, sığlıklarla tuzağa düşürülüp yok ediliyordu. Hepimizin cesareti, o sığlıkta yaşadığını sandığımız bedenlerin cesetleri arasında bir yaşam emaresi arıyordu. Olmazı oldurmaya çalışmak, olsa da fark etmeyeceğini, fark etse bile asla değmeyeceğini anlamadıktan sonra, manası yoktu. Manası zaten hiç varolmamıştı, biz olsun diye dua etmiş, sonra da böyle oldu sanmıştık. Şimdi de sanrılarımızla başbaşa dualarımıza can atıyorduk.
Ne yapsak ne etsek iflah olmayacak varlıklara kendimizi ispat etmeye çalışmak gafletine dönünce yüzümüzü, her şeye sırt çevirmiştik de hesap gününde öğrenmiştik akibetimizi. Şimdi kim hangi kapıya git dese gidip orada bekliyorduk, neyi, kimi ve niçin beklediğimizi sormaya gerek bile duymadan. Kapı açılınca bizlere tepeden bakan cücelerin dev kibri karşısında sustuktan sonra bir güzel, başka kapıya diyorlardı hep bir ağızdan, biz de o başka kapıya yöneliyorduk. Nedenini kimse bilmiyordu, bilen varsa da belki korkudan susuyordu. Ama kimse neden, niçin korktuğunu bilmiyordu. Delinin biri, kuyuya bir taş atmış vakti zamanında, o taşın ürküttüğü kurbağalar kulaktan kulağa o delinin hikayesini anlatıp anlatıp korkularını diri tutuyordu. Halbuki içinde yüzdükleri su hafif hafif kaynıyordu. Korktukları başlarına gelmişti yani, ama o hazin sondan dem vuruyorlardı o halde bile. Halbuki o hazin sonu yaşıyordu çoğu.
Sonra gittik beyazlar giyindik. Yeni başlangıçlar için, tertemiz bir sayfa açalım istedik belki kendimizce. Ama dünden gelen o lekelerimiz kanıyordu. Beyazlar giydirsek de yalanlarımıza, o çirkin gerçekliği örtbas edemiyorduk haliyle. Bir birimizi çok yaralamıştık ama o yaraları düşmanlar açtı sanıyorduk. Düşmanlar hiçbir zaman o kadar sokulmamıştı ki bize, onları hiç tanımıyorduk ama nefret ediyorduk elbette. Her yerde düşmanların yaklaştığını ve bize kötülük yapacağını haykırıyordu görevliler. Biz de kendimizle olan kavgamıza daha da kenetlenerek devam ediyorduk. Kendi kanımızdan, kendi canımızdan olanların pususuna düşmüştük de düşmanı garbın afakında arıyorduk.
Kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların kaybetme korkusu ile saf tuttuğu bir yerde, öbek öbek olmuş bekliyorduk. Birileri ön saflardan bağırıyor, biz de elimizden geldiğince safları daha sıkı tutuyorduk.
Bizi hizaya getirenlerin mutlu oluşunu izliyor, onların mutluluğundan kendimize pay çıkarıyorduk. O payı bile bir yolunu bulup alıyorlardı elimizden, rızamız alınmıştı dünden.
Ali Akçakaya