Ali Akçakaya
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
  • Click to open the search input field Click to open the search input field Ara
  • Menu Menu

Şunun için etiket arşivi: Ali Akçakaya

Buradasınız: Anasayfa1 / Ali Akçakaya

Yazılar

Baltasını Saklayan Put

27 Nisan 2022/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Tuttum her şey olayım dedim. O işin de ucundan tuttum, ellerim acıdı. Gülücükler derdim yüzüme. El ettim, göz ettim gidene, kal dedim, yapma dedim, böyle dedikçe azmettirdiğimi bile bile. Sonra ipleri çözdüm, sonra bir güzel sustum, sonra akşam oldu. Sonra gün geçti, günler, aylar, yıllar oldu. Oh oldu…

İçli adamım, hüznü nerede görsem tanırım, bir yakınımmışcasına hürmet ederim ona. Baş köşeye buyur eder, önünde diz çökerim. Tutar peşine düşerim bahar güneşlerinin, denizlerin göğe imrendiği yerlere bir al çalarım ki sorma. Tebessüm ederim ilahi adaletlere, inadına putların yüzüne yüzüne yakarırım, dualar ederim. Kabul olmaz diye bağırır ahali. Kabul edecek kim varsa söyleyin de çıksın meydana, söyleyin de putların baltasını çalan ibrahimlerden hesap sorsun, derim. Ahali ufak dilini yutar, ahali her akşam kendi karanlığında putlarıyla halvet olur. Kınadıklarına kınalar yakar da kurban eder tanrısına.

Nazarıma öyle bir mana nakşederim ki nereye gitsen ona muhtaç olursun. Kimse bir mana veremez sana, kimse o mertebeye erişip de dönüp gidemez başka kapıya. Gideni rüsva edelim mi diye bana sorar kader yazgıcıları. Dokunmayın derim, acırım, ağularımdan ikram etsem, o bile şifa olur canlara, ölmüşlerinin canına değer.
Kapısı, penceresi yoktur evimin, duvarlarıma resim asmam ben, böylesi daha güzel demem, dokunmam, olduğu halde kalsın isterim her şey, su kuruyana değin kalsın orada, çiçek çürüsün, ağaç yeşersin, güzellik, hikmet olanda. Bu tablo bana ait değil, bu imge ona… Ben de o yere dökülen su gibiyim, kuruyana değin o yerdeyim. Olduğu gibi olan cezbeder beni, oldurmaya çalışmak kifayetsizliğine düştükçe, bayağılık denilen kalleşlik beni sıradanların yaradanına muhtaç eder, beter eder yani. Beter haldeyim.

Tutar giderim, gün gelir dönerim gerisin geri. Bir içli türkü dolarım dilime. Gidene mi gidişe mi melalim bilemem. Sesimi ezanlar bastırır, vardır bunda da bir hayır der, içime atarım nameleri. Kedilerin kulaklarına hikmetli sözler fısıldarım, zemzemler içiririm, o tırtıklı dilleriyle avuçlarımdan öperler, dua yerine geçer. Ben kendimden geçerim de, kimden geçemem bilemem.

Gün gelir zalimleri, mazlumların duasına muhtaç eder her yaratıcı, bilirim. Zulüm de mazlumun duası hürmetine, üç gün daha devam eder. Sonra selası verilir, her belanın, her hevanın…

Elimi uzatırım toprağına, yüzüme sürerim karanı. Irmakların dökülür, uykularım, abdestlerim kaçar. Sabah edemem, ruhum bedenime şehadet eder. Cennetinde elma satarım helalinden, ısırana vebalini sorarım.

Ali Akçakaya

Resimdeki Pıhtı

30 Mart 2022/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

İki el uzanmış boynuma dokunuyor, parmak uçları soğuk, bir yüz görüyorum güzel, dudakları arasından buğulu bir nefes yükseliyor, onu izliyorum.

Akşam vakti tenha bir mahkeme salonundayım, dikilmişim huzurunda boşluğun, hesap veriyorum. O nefesin buğusu çıkıyor arşa, dağılmadan. Üşüyorum, kanım çekilmiş, asırlar geçmiş gibi. “Ben hala neden yaşıyorum?” diye soruyor bir adam, susamışım boğazım da çorağın senin. Cebimde sikkeler; gümüşten, altından. Kaygılarım zor ayakta duruyor, yıkılacak da o mahkemedeki boşluğa düşeceğim diye korkuyorum.

Veremeyeceğim hesabım da yok esasında, daha önce verdiklerimin muhasebesini yapınca, zararıma yanıyorum, kavruruluyor. İçerdeyim yani, kararlı bir karanlığın ortasında, başımı almışım iki elimin arasına, arkama baka baka gidiyorum. Beni onlar sürgün ediyor aslında, alınyazısı diyorum ama hangi dilde yazılmış bilmiyorum, harfler yumru olup oturuyor o çorak boğazıma. Seni bırakıyorum kişisel tarihimin talihsiz dününe bakan yamacına, yüzüne güneşler vuruyor. Tebessüm edeceğim de zamanı değil, yasını tutuyorum, iki tümce arasında.

Ben artık sayfamı ayaza çeviriyorum, sayfalarım buz tutmuş, mürekkebim kurumuş, sana bunları diyemiyorum. Dilime prangalar vurulmuş, fena mı olmuş yani, döktüğüm diller hep lal, kime ne içimde semaha durmuşsa mısralar.

Duvar duvar olmuş bulutlar, geçit vermiyor. Bir adam secde ediyor, kabesi karalar bağlamış, adım zikrediliyor dualarda, birinin aklına gelmişim sonunda. Biri sofralar kuruyor, sebilinden kevserler akıyor, baş köşeye buyur ediyor beni, gencecik kızlar şaraplar getiriyor, yüzüme bakmıyorlar ama. Esriğim, gencim daha, otuz üçümden gün alıyorum.

Biri alıyor beni o sofralardan, alıp doğduğum köye götürüyor. Bir tavşan kanıyor, iki yılan çeşmenin üstünde raks ediyor, iki el ateş sesi yankılanıyor sonra. İrkiliyorum, yılanların raksı bitiyor. Ahali toplanmış temaşa ediyor. Öldürmek kutsananı beri oluk oluk kardeş kanı sürülüyor alınakına, ben büyüyüp o sofradaki yaşa geliyorum. Gözüm seni arıyor, senin gözlerinden kendime bakıyorum ama seni göremiyorum.

Bitmemiş bir cümleye kaldığım yerden devam etmek istiyorum da cümlenin başına bir türlü varamıyorum. Sonra lal olduğum geliyor aklıma, sonra semtine sırt çeviriyorum. Uzaklaşayım diye varlığından yola koyulmuşum. İki ileri bir geri derken olan oluyor, seni de kendimi de seçemiyorum. Kalabalığın ortasındayız, bulanık bir görüntüde iz sürüyorum, ağzımı bıçak açmıyor.

Dilime acı biberler sürmüşüm, dudaklarım kanıyor, sessizce öpüyorum seni, resmine kan damlıyor…

Ali Akçakaya

Sabr-ı Cemil

05 Mart 2022/in Düşünce Yazıları, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Yaşamamış, yaşamayacak varlıklar, hep telaş içinde, hep aceleleri var. Yetişmek zorunda oldukları aşikar. Koşuyorlar nefes nefese, içlerini kemiren sorulara cevaplar arıyorlar. Cevapları mimiklerinde, sessizliklerinde, cevapları silah olarak kullanıyorlar, hepsi yaralanmış, en fazla üç gün daha yaşarlar.

Sabahları zifiri karanlıkları yarıp cehennemlerine gidiyor, yüzlerini otobüslerin tutmaçlarına asıyorlar. Hayat pahasına hayatlarını harcıyorlar, hesapta büyük bir boşluk var, onu da imanları ile dolduruyorlar. Ölmüşler de selalarını dinlemek için gömülmeyi bekliyorlar.

Korkuları çok büyük, kaybetmekten çok korkuyorlar, ki kaybedecek neleri olduğunu kendileri de bilmiyorlar. Tehditlerden yılmış çoğu, sırf var kalmak için yaşamaktan feragat etmiş zavallılar. Düşmanlarını evlerinin baş köşesine buyur edip önünde diz çöküp oturmuşlar, huşu içinde cellatlarını dinliyorlar. Şükür Allahlarına canları sağ, başlarını sokacak bir evleri var. Dualar ediyorlar hep, başlarına bir felaket gelmesin diye, geliyor tabi, gelince de birbirlerine sabrı tavsiye edip, o zor günü de geride bırakıp daha zor günlere demir alıyorlar.

Erken yaşta evlenip çoluk çocuğa karışıyorlar. Bilmedikleri hayatları ekranlardan izleyip imrenmeyi bile akıl etmiyor, kendilerini sefalete layık görüp, onları sefalete mahkum edenlere toz kondurmuyorlar. Arada birilerinin gözü açılıyor tabi, onlar da kazıklarını atıp ekranın öpür tarafından eşe, dosta yardım elini uzatıyor, ah ne yüce gönüllü insanlar var.

Ne çare, elden ne gelir, kaderin de bir planı var, ahali kaderine terk edilmiş, bu kafayla o kaderin de beterine mahkumlar. Kederleri, kaderleri üst üste, kaderin üstünde bir kader var, üf diyince yerle bir olmuşsa bunda kimin, ne kabahati var. Gücü eline geçiren kimse hak vermiş, hakkını ona helal etmişler yani. Sonra makul şüphelinin peşine takılmış, suçluyu arıyorlar, en büyük suçlu masumlar.

Günün sonuda olay tatlıya bağlanıyor tabi. Sonra kaldıkları yerden, sütten çıkmış ak kaşıklarıyla yumuluyorlar halil ibrahim sofrasına. Ortadaki tencerenin dibini sıyırmışlar çoktan, tencere boş artık en azından onu biliyorlar. Efendilerinin gönlü razı gelir mi, bir emirle kazanlar kaynatılıyor. Kepçeyle aldıklarını kaşıkla geri veriyor tuzu su görmemişler, onlar da sonradan gördükleri kadarını yaşıyorlar.

Başlarından bela eksik olmuyor ama Allah sabredenlerin yanında, buna da şükür diyip sabrediyorlar. Sabırsızlar kaldığı yerden devam ediyor çalıp oynamaya, ne de olsa üç günlük dünya…

Ali Akçakaya

Nerede Kalmıştık

29 Ocak 2022/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Zafere az kalmıştı, nidasını bile atmıştık. Sevincimiz cehaletimizdendi, cennetimizi üç günümüze sığdırmaya razı gelmiştik de, ilk iki günü bile, cehennemi mumla arattı bize. Üçüncü güne gücenmiş ama sırt çevirememiştik. Zira elde bir o kalmıştı, vazgeçemezdik. Vazgeçsek de, geçmesek de bir şekilde gelip geçeceğini bile bile, gönül vermiştik işte. Gönlümüzden geleni ardımıza koymamıştık.

Gücendik zayıflara, yenilmiş sayıldık safına katıldıklarımıza. Bizim ağzımıza bir parça bal çalıp arı kovanlarını yağmaladılar, izledik. Acı olanı, bize onları alkışlamak düştü. Temizdik ama onları gözümüzde büyüttükçe, kirlenmiştik. Sevgilerimiz nefret giyindi zamanla, meşruiyetini de seni de yitirdik. Saflığını, temizliğini kaybedeli beri, bizlere de geçmiş oldu, hevaları, hevesleri dünyalıkların… Ne gereği var diyenlere türlü türlü bahaneler uydurduk, önce biz inandık, onları da kandırdık. Elimize ne geçti diyecek olanlara söyleyecek iki çift lafımız vardı da, birini bir türlü hatırlayamadık.

Sonrası da vardı tabi ama aynı nakarata takılıp kaldık. Mantıklı cümlelerden nefret ediyorduk. Aklı başında olanları hayatımızdan çıkarıp, iki karışlık aklımızı alan ahmakların mezcupluklarına makul izahatlar uydurmaya hayatımızı adadık, “mıştık”. Allah’tan yine de yaranamadık.

O zehirli ellerini boğazımızda gezdiriyordu. Bıçağını seviyordu, keskin bakışlarını gezdiriyordu metal gövdede ( korkuyorduk ), metalin soğuğu tenimizde soğuk bir iz bırakıyordu. O izin ardından kara toprak serpiyorduk göğe. Oh ediyorlarmış yanı başımızda halimize, biz de bize ah ediyorlar sanmıştık, yine yanılmıştık. Maşuktuk güya, içi eski patiska dolu bir kuklaymışız meğer. Çocukça oyunlarda hırpalanıp bir kenara atılan kuklaların hüznünü yaşıyorduk. O anın ifadesi geliyordu aklıma, içime bir türlü sinmiyordu. O hüznün de canı cehenneme!

Doğruluyordum, camı açıp gökyüzünü buyur ediyordum içeriye. Karanlıkları buruşturup kirlilerin arasına bırakıp, kitaplarımın tozunu alıyordum. Ayraçları seviyordum, tümceleri, şiirleri… Kendimi özlemişim meğer, kendime geliyordum sonunda. Onca saçmalığı bırakıp ardımda, kendime varıyordum.

Yorgunum ama geçecek biliyorum, yokuşlar çıkacağım, güleceğim. Atlasımı çıkaracağım küflü sandıklardan, ülkeler, kıtalar beğeneceğim kendime. Çıkıp gideceğim sonra, çat kapı döneceğim yine.

Nerede, ne vakitmiş, Kime ne!

Ali Akçakaya

Kölenin Pusulası

24 Ocak 2022/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Herkes gün gelir boyun eğdiği tehditlere yenilir. Boynu kıldan ince olanın boynuna tasmayı geçirirler ve canları ne vakit isterse koparıp atarlar cümlenin sonunu.

Cebinde mermilerle gezer en cesuru, silahı tutuk ve paslıdır, namlusuna kavgasını sürer ama yanılmış ve yenilmiştir her kavgada. Uslanmaz, yara bere içindedir ruhu. Lakin ne uğruna bu savaşı verdiğini unutur cephedeki her fani gibi, belki hiç haberi bile yoktur olan bitenden. Tek derdi birilerinin kutsiyet atfettiği erek uğruna baş vermektir. Kısacık bir rolü vardır halbuki, gençtir, diridir, gözleri ışıl ışıldır ama ışıklar onu hep kuytuya iter. Kimse kim olduğunu bilmez, önemsiz bir detaytır sahnede. Başrol ne zaman öl derse ölecektir rolü gereği. Öyle gözü kara ölüme gider ama alkışları makyajlı dekorlar altındaki sahte cesaret alır. O civan mert adamlar bir hiç uğruna yiter giderler. Bir iki günlük sahte matemler, övgüler vesaire, hepsi arkasından uçuruma atlamak için sıra bekleyen figüranlara bir parça cesaret vermek içindir. Yitip gider hayat, gün gelir o dekor ve ışık, sahnedekilere de dar gelir. Kimseye kaldığı vaki değildir, siz bakmayın böyle dört elle sarıldıķlarına, günün sonunda bir yudum toprak kalacak avuçlarında.

Hüzünler, içlenmeler, içte büyüyen o yabani huzursuzluk adi ve bayağıdır. Derin düşüncelere gark eden sığlıkta boğazlar hırsı onu. O hırs yaşatır sanır ama o hırsla can verir, eli kulağındadır ve hoca selayı da verir az sonra. İşte hayat mücadelesi o az sonra içindir. O debelenmeler, o öykünmeler hep o az sonraya kadar geçen süreye bir mana verme telaşıdır. Koğuşundan darağacına yürüyen bir ölüme hükümlü için zaman ne kadar da yavaş akar oysa. Zaman bir yerden sonra yavaş da akmayacaktır, o zaman bütün bu soytarılıklar ne mana?

Korkular içindedir, lakin korkuları da kabusları da onun içindedir esasında. Esarete meydan okuyacak ama meydanı da dar etmişler ahmağa. Tehditler savuruyor hoyratça en azılı yalnızı sınıfın, en sert harfleri vuruyor suratına adem evladının. Seni sınıyorlar, sınırları geçiriyorlar boynuna, sehpaları yıkacaklarmış, sonrası zaten hep karanlık korkma. Seni ışıksız, seni fersiz bırakacaklarmış, sahte cesaretler sahici korkulara yenilecekler, unutma!

Başladığın yeri mumla aratacaklar sana. Verdikleri kadarını geri isteyecekler. Kimse gözyaşı dökmediğin tebessümü yar etmez sana. Çok istediğin ne varsa, az isteyene altın tepsilerde. Birileri senin sürgününde cennetini arıyor, sen yanıyorsun az ilerde.

Ötekinin burun kıvırdığına kul köle olmuşsun, tüm ibadetlerinde küfre secde.

Ali Akçakaya

7 / 13«‹56789›»

Kategoriler

  • Düşünce Yazıları
  • Edebiyat Seçkisi
  • Fotoğraflar
  • Seçme Bilimsel Yazılar
  • Seçme Denemeler
  • Seçme Öyküler
  • Seçme Şiirler
  • Video Klipler

Etiketler

Abdülkadir Yeler Ali Akçakaya anlam Asaf Halet Çelebi Atilla İlhan Behçet Aysan Cahit Zarifoğlu Caner Taslaman Can Yücel Celal Sılay Cemal Süreya E. A. Rauter Edip Cansever Enis Batur Erci Hoffer Erdem Beyazıt Ergin Günçe Farid Farjad Gazetecilik J.L.Servan Schreiber John Tomlinson Kaos Teorisi Levni Mehmet Akif Mevlana Murat Menteş Nazım Hikmet Necip Fazıl Kısakürek Neyzen Teyfik Oktay Rifat Olcay Yazıcı Onat Kutlar Pablo Neruda Rainer Maria Rilke Rudyard Kipling Savina Yannatou Tamer Sağır Timbaland Ziyad Marar İlhan Berk İsmail Tokalat İsmail Uyaroğlu İsmet Özel Şeyh Galip Şükrü Erbaş
:: Ali Akçakaya
  • Link to Rss this site
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
Scroll to top Scroll to top Scroll to top