Ali Akçakaya
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
  • Click to open the search input field Click to open the search input field Ara
  • Menu Menu

Noksandan Doksan Dokuza

13 Şubat 2020/in Düşünce Yazıları, Edebiyat Seçkisi/tarafından Ali Akcakaya

Bir savaş yerine vardık, ortalık puslu ve karanlık. Gökyüzünü çalmışlar, güneşleri kayıp. Bu insanlar ne yapıyorlar burada. Sabahı zulmet akşamı kayıp. Kimse soru sormuyor, hakikat kör, hak ayıp. Bize düşen hiçten bir parça, vardan ırak yoktan fazla.

Yol uzayıp gidiyordu ötede, beride her şey boşluğa itiliyordu. O anlar hepsi artık yok hükmünde. Hükmü veren gaybına susuyordu. Mühürlü sessizliği ağzımızda yuvarlayıp harflere iliştiriyorduk. Hepsini özene bezene  yapıyorduk. Eserimize baktıkça varlığımıza iman ediyorduk fütursuzca. Oysa manayı nesneye yükleyen de bizdik. Altına altın dediğimiz için o da altın olmuştu, kime ne değer verdiysek onun ederi oydu, ne noksan ne de fazla.

Sonrasına vardık elde var iki sure bir dua. Lakin geldiğimiz yere hasrettik hala, vardığımızla kaldık Ya Rab anla. Evet sonunda güya başardık, kazandık derken mağlup olduğumuz günlere el açtık. Yansımalarımızı takip edip çemberin bir uçundan diğer tarafına zafer nidalarıyla ulaşmıştık. Nereden gelip nereye vardığımızı hiçbir zaman anlamamıştık yazık. Sadece her zamanki gibi sanmıştık.

Şimdilerde sanrılarımızla başbaşa sayıklıyorduk adını. Bir adını unutsak bir diğeri  geliyordu aklımıza. Mukayese ediyorduk her nesneyi, mana yüklüyorduk da ağır geliyordu. Bir manasız tantana, bir hummalı koşuşturma, lakin yokluğa hüküm giymiştik hay Allah.

Şapkamızı önümüze koyup derin derin düşünüyorduk üçünce tekil adları, tespih taneleri saçılıyordu her yana. Dudağımız hafif hafif kıpırdıyordu birden. Doksan dokuza gelince noksanlığımız vuruyordu yüzümüze.

Başka bir şey düşünmeye mecalimiz kalmıyordu. Olana şükür olmayana hamd ediyorduk. Rüzgar hafif hafif esiyordu. Sessizce ant içiyorduk.

Ali Akçakaya






Köy yanarken ben

21 Ocak 2020/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Peki hiç düşündün mü seni bir o yana bir bu yana sürükleyenin ne olduğunu? Sahi ne oldu o ulvi makamlara! Hasıraltı mı edildi, yoksa son kullanma tarihi mi geçti! Ne oldu davalara, hangi celsede kalmıştık, hatırlasana.  

Bir yerden sonra insan hayret dahi edemiyor haline. Bir hengame, bir koşuşturmaca ki sorma! Peki ne uğruna, nereye varacak yolun sonu, anlatsana. Söylemeye dilin varmıyor mu, ah canım yazık sana. Kendisini kandırdıkça, başkaların yalanları da tatlı geliyor insana.

Manayı yağmalarken çağ, suni değerlerin  uğruna kan ter içinde çırpındıkça, yorgunuz ama umutlu hala. Kalemler, sözcükler, dizeler kağıttan gemilere istifliler sessiz, bizse görüntülerin tılsımına yenik ve acz içindeyiz. Bizi sahneye çıkaranların gönlü olsun diye, sırf kimsenin gönlü kalmasın diye, şekilden şekile renkten renge giriyoruz da, yine nafile. Kimseyi memnun edemiyoruz. Her zamanki gibi tümcelerin sonunda çileden çıkaran koca bir ‘ama’.

Bir yanlışın peşinde, belki de ait olmadığımız karelere kendimizi iğreti bir biçimde yamıyorken, kime ne maval anlatıyoruz. Lütfen biraz daha takdir edin, sayın, sevin diye sayın ahali! Gerçekten hepsi bunun için değil mi. Yani hiçler arasında var kalma telaşındayız, hepiniz gibi.

Sürükleniyoruz kirli bir akışın içinde. Biz olmaktan vazgeçip istediğiniz biri olmaya karar verdiğimiz gün, şahsiyetimizi de yitirdik, gözünüz aydın. Halbuki bir ağacın gölgesi, bir parça denizin esintisi hüzünlendirmeye yetiyordu bizi. Biz biz olmaktan çıktık. Bu korkular, bu histeriler bizim değil. Bu telaşa ait değiliz biz. Bu suskunluklar, bu kavgalar da bizim değil.

Dilimizi dağlamamız, gözümüzü kapamamız, nafile. Kulağımız hala işitiyor. Tüm bildiklerimize, tüm ögrendiklerimize ihanet edercesine, susmaya ant içiyoruz. Yok yok öyle büyük bir davamız da amacımız da yok.

Köy yanarken saçımızı tarıyoruz.

Ali Akçakaya

Bir arpa boyu yol almak

04 Kasım 2019/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Zamanın arka bahçesindeydim, çocukların büyümediği alemlerden sana çiçekler derdim, her birinin isimlerini yazıp kara tahtaya, tebeşir gıçırtısı özlemiyle sıraların arasından sana uzandım. Renkleri kardım, avuçlarıma mavi bulaştı. Mutluydum işte, her şey çocukça yaşanmıştı. Yani olması gerektiği gibi.

Körebeler, saklambaçlar; geç kalmadık da erken geldik galiba. Ne çara allame- i cihan olduk güya ama aleme bir mana biçemedik hala. Laf anlatamayınca kalabalığa, ruhumuza rumuzlar takıp dünyanın peşine düştük. Bir yörüngede derviş kibriyle döndük, cebimizde üç günlük yevmiye. Esrikliğimiz, dünden kalmışlığımız, bir varmış da ikinin haberi yokmuşcasına. Son şiirini çocukken yazmış bir şairin uhrevi başıboşluğuyla günaha girdik ve mağfiret dilenmedik yine de. Hangi marifetimiz iltifatınıza mahsar olmuştu ki, günahlar biçip bize, yedi katlı cehennemlere attınız acımasızca. Sırf içinizin yağları erimesin diye yanmıyorduk ateşinizde. İyileri ateşe atan firavunlar kötü de, kötüleri sonsuz cehennemlere atanların ilahlığında, biz de küçük bir kıssa çıkarmıştık kendi payımıza. Olan biten, hepsi dün ile bugün arasında. Yarına yaşanacak bir şey kalmamıştı. Ebedin hesabını da vermiştik kalu belada.

Hüznün mayhoş loşluğunda, kitaplar okurduk hatırla. Mısralardan demetler yapıp, sevdiklerimize koşardık. İçimiz yunmuştu, akça pakça kıyafetlerimizi giyinmiş, pamuk ipliğine bir ilmek daha atmıştık. Hayat memat meselesiydi sadece.

İşin ucunda ölüm yok ya! Yaşıyorduk oysa. Telaşlıydık, yine de umutlu ve kararlı. Her şey bir hiç uğruna, iki bile değil. Kendimize biçtiğimiz roller için seçtiğimiz kostümler dar gelmişti. Yine de sahnede bize düşen kelâmı hakkıyla etmiş ve sürç-i lisan ettiklerimizden  af dilemiştik sonra. Perdeler kapanınca kuliste boşluğa düşüp hayal kırıklığına uğramış, oradan da evimizin yolunu tutmuştuk. Sokaklarda telaş hala bitmemişti. Işıklar içinden geçip, siren seslerine aldırış etmeden yolumuza devam etmiştik. İki ekmek al gelirken demişti karım, sabaha bir şey kalmamıştı. İki saat sonra okula gidecekti oğlum. Okuyup büyük adam olacaktı. Diplomalar alacaktı, aşık olacaktı, düşüp sağını solunu incitecekti. Gurur duyacaktık onunla, tıpkı babamızın bizden duyduğu gibi.  Sonra onun yolu da o sahneye varacaktı, o da ona biçilen rolü layıkıyla ifa edip kulise geçecekti. Herkes gidip yalnız kalınca orada, o da o kahrolası boşluğa düşecekti.

Sonra mı? Sonra o ışıklı yoldan yürüyecekti, siren sesleri, selalar arasında; baba yadigarı hüznü yakasına iliştirip, gece yarılarında kolunun altında iki ekmek ve cebinde mısralarla  evinin yolunu tutacaktı. Karısı, ekmeği ve çocukları. O da yaşayacaktı payına düştüğü kadarını. Bir arpa boyunda, varla yok arasında ve bir varmış bir yokmuşcasına…

Oysa her şey belki bir hiç uğruna.

Ali Akçakaya

Vuslata Bakan Ayna

21 Ekim 2019/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Koridordan geçerken düşündüm seni, maviler içindeydin, yoksul çocukların tebessümü vardı yüzünde, masumiyet ete kemiğe bürünmüştü. Zamanı gelince yitirdik onu da seni de.

Çıkıp gidesim geldi, henüz bahar gelmemişti. Çağın keşmekeşine inat yolsuz, ışıksız bir köy evinde; mum ve tütsü kokan yekpare bir hüznü bölüşmek vardı seninle. Nasibimizi uzakta ararken, yakınlarımıza yabancılaşıyorduk meğerse. Bu kentlerin sessizliği bizi pek anlayamamıştı, işin doğrusu. Durup düşünecek vaktimiz de dermanımız da yoktu. Yoktan var edemiyorduk, ne çare. Yoktan gelip varımızı yoğumuzu o yokluk ateşinde eritiyorduk. Baksana cayır cayır yanıyorduk, huzuru alemde.

Geçkin bir gençlik döneminin ardından uslanmayan bir olgunluğa sürüklenirken savunmasızca, manadan uzak alemlerde alemi temaşa ediyorduk güya. Onca emek onca çaba berheva, kim bilir belki bir hiç uğruna. Kaydadeğer olmayan günlerin ardından, yeni bir macera, yeni bir heyacan. Sonu her zamanki gibi hüsran!

Hay Allah, can çıkınca huyumuza giden hüda, söylesene kim bizi müdafaa edecek mahkeme-i hülyada! Kim suçumuzun yaşamak olduğunu haykıracak, yutkunmadan usulca. Yolundan gittiğimiz bilgelerin, suskunluğuna kim şahadet edecek. Kim dur diyecek bu akıl almaz gidişata!

Hülasa, kalemlerimizi satıp güzel güzel oyuncaklar aldığımız gün büyüdük de başımız göğe erdi. Oyun oynarken birilerin canını yaktık, yaktıkça kazandık. Elde var haksızlık. Bu işte bir terslik yok mu yani! Boşa mı bunca cefa, heva, heves, hırs. Bi saniye ya sonra! Ötesi olmayan bir anın arefesinde, celladımızın huzurunda bağrımız açık  ve yanık, içli bir türkü mırıldandık. Hepsi bu olsa keşke. Hikayenin başı da sonu da ayrılık ve aynılık. Ortadan kaç sayfa yırtılmış, kaç sayfa karalanmış hunharca, kimin umrunda!

Aynalar cehenneminde nereye dönsek o karanlık yüz, o kifayetsiz hırs, ötesine geçtikçe dışa bükülüyor Cihannüma. Etimize suret kıymıkları saplanıyor, kendimize gelmeden kimden geçiyoruz böyle! Kendimizden mi geçiyoruz, yoksa vaz mı geçiyoruz yine.

Geçiyoruz da vuslat ne tarafta kaldı, ben ne bileyim, yoldan geçen birine sorsana.

Ali Akçakaya

Son Sufle

03 Ekim 2019/in Edebiyat Seçkisi, Seçme Denemeler/tarafından Ali Akcakaya

Sokaklarında yürüdüğüm kentlerden sana kolyeler yaptım, taksana. Bir köpük saydamlığıyla avuçlarından düştüm, kırıldım, karıştım kayıplarına. Cebimde yıllardır taşıdığım ucu kör kalemim kırılmış, canım hiç acımamış. Cümlelerime baksana nedense hep yarım kalmış.

Kaç ben yaşattım şu sağından solundan yontulmuş üç kuruşluk mazime. Çoluk çocuğun gönlü olsun diye dekorları yığdım üstüme. Enkazımdan sana uzandım, sesim titriyordu, çaresizce utanıyordum. Rolden role girerken kimliğimi düşürmüştüm, kim olduğumdan bi haber yaşamışım onca yıl meğerse. Mesafeleri arşınlarken ötesine geçmişim tarifi mümkünsüzlügün. Zamanın ötesine geçip ab-ı hayatı yoğa çalmışım ki sorma. Nefesimde sonsuzluk esrikliği, sona eriyorum en başında. Sen iyi misin peki? Böylesi daha mı iyi sahi? Nereden başlanır ki öğeleri çaresiz cümlelere… Bir şeyler de içinden, ben duyuyorum seni.

Baksana yürüdüğüm yollara, hepsi aynı sokağa çıkıyor. İki elim ceplerimde giriyorum seninle yürdüğümüz o ana, yokuş biraz, nefes nefese, yaşlanıyor muyum ne? Yazılar yazıyorum, çağın gerisinde kaldım öyle mi. Şiirler okuyorum körelmiş dimağım acıyor. Boşluğa gülümsüyorum, içim kıyılıyor yine. Neden mi, sence özlemedim mi!

Sonra birden ne oluyor anlamıyorum. Kendimi tanımaz oluyorum. Kendimi terk ediyorum o akşam. Karanlık kapaklanıyor üzerime, akıp giden sana bakakalıyorum. Arkana bakmadan uzaklaşırken, son kez bakıyorum öylece. Sevdiğim her şey uzaklaşıyor işte…

Birer çay daha içiyoruz, sahnede son perde!

Tanrım son bi sufle versene…

Ali Akçakaya

Seite 11 von 35«‹910111213›»

Kategoriler

  • Düşünce Yazıları
  • Edebiyat Seçkisi
  • Fotoğraflar
  • Seçme Bilimsel Yazılar
  • Seçme Denemeler
  • Seçme Öyküler
  • Seçme Şiirler
  • Video Klipler

Etiketler

Abdülkadir Yeler Ali Akçakaya anlam Asaf Halet Çelebi Atilla İlhan Behçet Aysan Cahit Zarifoğlu Caner Taslaman Can Yücel Celal Sılay Cemal Süreya E. A. Rauter Edip Cansever Enis Batur Erci Hoffer Erdem Beyazıt Ergin Günçe Farid Farjad Gazetecilik J.L.Servan Schreiber John Tomlinson Kaos Teorisi Levni Mehmet Akif Mevlana Murat Menteş Nazım Hikmet Necip Fazıl Kısakürek Neyzen Teyfik Oktay Rifat Olcay Yazıcı Onat Kutlar Pablo Neruda Rainer Maria Rilke Rudyard Kipling Savina Yannatou Tamer Sağır Timbaland Ziyad Marar İlhan Berk İsmail Tokalat İsmail Uyaroğlu İsmet Özel Şeyh Galip Şükrü Erbaş
:: Ali Akçakaya
  • Link to Rss this site
  • anasayfa
  • Kül
  • tez çalışmam
  • iletiş – contact
Scroll to top