Tek Hecenin Ölçüsü
Tam yitirecektim, bir parçası kaldı, almaya gelmiş. Gelmiş de ne olmuş sanki, dağ başlarını çekip gitmiş, biz de keçileri denizlere götürdük, gözleri maviye doysun diye, zeytin ağaçları arasında bir siyah koksun diye, ne de olsa bahar gelmiş. Çağın adamı değilim elbette, çağdaşı değilim müstakbel oğlumun, bilmem kaç asır öte.
Sonra ip atlayan çocuklar, seksek oynuyor küçüğüm, büyümüş de hayaller kuruyor, baca dumanları sinmiş düşlere, sabah karnesini almış, kocaman da olmuş, büyümüş de oyunları bitmiş çoktan. Sokağa çıkmış yok kimse, dağılmış insanlar telaşlar için, içinde.
O çocuga sen nakşettim, nefesinden canından üfledim, yaralarımdan sardım ona, büyüyünce unutsun diye. Minik kuşların kanatlarına niyetler iliştirdim, soluklarından tuttum göğe sürdüm, kahvemden renginden… Bana bulaşmış etin bir kere, tırnağında çürümüş tenim, kanım, her yanımda o tanıdık sızın. Kimsenin bilmediği dillerde, sana yazdığım mektupların, satır aralarında tebessüm eden tek hece ve karanlığın…
Defterleri, kitapları kayıp bir adamım can çekişen kalemi, sükun bulmuş bir aleme elemlerinden örten, elalemin gözlerine baka baka yolun yamacına ıslaklar çalan bir deliliğin, oh olmuşluğun ortasında, meydanlar okurken canı da senin burnunda. Hala anlamadığın, geri dönüşü olmayan bir cehennemin tam ortasında putlarına gelinlikler giydiren o adamın İbrahimleri acıyla baltalarını biliyor, takvimlerin dillerine de sürüyor ondan. Ne de olsa günün sonunda, bir senin diline dönüyor elde kalmış o tek hece, o karanlık yekpare.
Bunca edilmiş laf, kavga, havanda dövülen suyun ıslaklığı, teslim ol etrafın ben sarılı. Bir tek senin bildiğin dilde yazılmış mektuplar, sözler, namluda tek hece, karanlığa güneşler getirdim yoldaşı olsunlar.
Aç avuçlarını kınaların kızarsınlar…
Ali Akçakaya